Öncelikle toplumun kültüre bakışından konuya germenin faydalı olacağını düşünüyorum. Kültür, gelişme ve kalkınma sürecinde bir magazin, tali yollardan bir yol, boş zamanlarda yapılan ama özel olarak planlama yapılmayan bir alan olarak görülmektedir. Kültürü böyle algılamadığını ifade eden kişilerin ise duygu ve düşünceleri sözden öze dönüşememiştir maalesef.

           Yıllardır devletin reisi kültür alanında istenilen noktada olunmadığı üzerinde dururken bir türlü harekete geçmeyen ve bu serzenişi tekrarlamaktan öteye gidemeyen bir camia var karşımızda. Özellikle sanat alanı Osmanlı devletinin sonlarından itibaren Batı menşeli akımların etki alanına terk edilmiş durumdadır. Tiyatro, sinema ve müzik alanı toplumu ve dahi gençleri etkileyen en önemli sanat alanlarıdır. Bu alanda her yıl, her şehir bir sanatçının sanatkarlık yoluna destek olsaydı yüzlerce tiyatrocu, müzisyen ve sinema sanatçısı yetiştirilmiş olurdu.

           Mimar Sinan çok büyük bir deha, Itri’nin besteleri bizleri asırlar öncesine götürmekte, Hattat Osman Efendi’nin hatları sayfaları süslemekte… Fakat ecdadın mirasını tüketmenin ötesinde işler yapmadığınız sürece mirasyedi yeni yetmelerin durumundan öteye gidemezsiniz. Geleneksel sanatların korunması ve yaşatılması çok önemli. Bu yaşatma, üreterek ve yeni nesilleri bu sanatların içerisine dahil ederek olursa bir anlam taşır.

           Yapılması gerekenler üzerinde durmanın yazının bakış açısına daha uygun olduğu kanaatindeyim. Öncelikle okulları sadece test çözülen alanlar olmaktan çıkarmak, sanatın binbir çeşidinin icra edildiği sanat merkezleri haline getirmek gerekmektedir. Bir milli eğitim müdürü okula gidince bir önceki yılın ÖSYM istatistiklerinin yanında sanat çalışmalarının listesini de isterse işe doğru noktadan başlamış oluruz.

           Herkesin kabul ettiği bir ilke vardır: Evrensele giden yol ulusaldan geçer. Yerel sanat dinamiklerini mutlaka desteklemek ve kendini güncelleyerek üretime katkı sağlamalarını teşvik etmek bir diğer yöntem olabilir. Merhum hikayeci Emir Kalkan için söylenen “Şayet İstanbul’da olsaydın çok büyük bir hikayeci olurdun, şanssızlığın Anadolu’da yaşamandır.”ifadesi bir gerçeği ortaya koyması açısından önemlidir.

           Anadolu’nun her bölgesi nevi şahsına münhasır özelliklere sahiptir. Sanat ve kültür açısından her bölgede bir sanat alanını ön plana çıkarmak ve elbette ulusal ya da uluslararası markalar oluşturmak çağın tüketim tarzına uygun pazarlama yöntemleri oluşturmak çok önem arz etmektedir.

           Kültür Bakanlığının kültürel gelişmelerin motoru olması ve kültürel eğilimleri yönlendirmesi üzerinde durulmalıdır. Eski zaten bizim tescilli kültürel varlığımızdır, ve eskiliği aslında kaliteyi beraberinde getirmektedir. Yerel yönetimler kültür sanat faaliyetlerini ajansların profesyonel faaliyetlerinin yanında amatör ruhla sanat üreten insanları işin içine dahil etmelidirler.

           İnsanlar artık yaşamlarında kültürü ve turizmi zaruri ihtiyaçlar listesine almış durumdadır. Yani çalışan bireyler dinlenmeyi gezerek, konsere giderek, sergi salonlarını ziyaret ederek, yurt dışı turlarına katılarak gerçekleştirmektedir. Bu gerçekten hareketle çoklu kültür sanat politikaları geliştirmeliyiz. Dün dünde kaldı, dünü korumanın yanında yeni bir şeyler yapılmadığı sürece tüketim çılgınlığının bir parçası olmaktan kurtulamayız.

           El değmemiş güzellikleri ile Anadolu, keşfedilmeyi beklemekte, 20 milyona yakın sanatçı adayı gencimiz ilgi beklemekte ve imkânlarla desteklenmeyi ummakta, evrensel sanat adamlarını yetiştirmek için hali hazırdaki sanat insanlarını ve kurumlarını harekete geçirip on yıllar sürecek mücadelenin aktörleri haline getirme vaktidir.