“Evleneli beş yıl oldu. İki çocuğumuz var. Evlendiğimiz günden beri kayınvalidemin eli üzerimizde. Aldığımız nefesten bile haberi olsun istiyor. Eşimi her gün arıyor. ‘Bugün ne yapacaksınız?’ diye soruyor, o da meselâ ‘Eşim annesine gidecek’ diyor. Kayınvalidem de ‘Ne işi var annesinde, daha geçen hafta gitti, gerek yok gitmesin’ deyince eşim eve geliyor, ‘Annene gitme ne gerek var?’ diyor. Oysa sabah konuşunca ‘Tamam’ demişti. Evimizi eşim değil kayınvalidem yönetiyor. Bir eşya almaya niyetlensek ‘Elinizdeki neyinize yetmiyor, bu müsriflik” diyor. Oysa elimizdeki eskidi, kabul etmiyor. Eşimle bizi hiç baş başa bırakmıyor. Nereye gidersek gelmek istiyor ya da engelliyor. Küçük bir çocuk gibi eşime her değini yaptırıyor, eşimin de sesi çıkmıyor, ‘Biz bugün şu planı yaptık, sana başka zaman geliriz’ diyemiyor. ‘Annenle konuş’ desem, ‘Ben anneme karşı gelemem’ diyor. ‘Bu karşı gelmek değil, sadece plânımızı haber ver’ diyorum, onu da yapmıyor. Ben bir plânımız olduğunu söylemeye niyetlendim, kayınvalidem ‘Siz beni istemiyorsunuz’ diyerek küstü, on beş gün konuşmadı. Eşim de ‘Sen benim annemi üzdün’ diyerek benim burnumdan getirdi. Eşim sadece boyu büyümüş bir çocuk gibi. Doğduğunda göbek bağı kesilmiş ama duygusal göbek bağı hâlâ duruyor. Aile olmamızı sağlayamıyor, bu da beni hırçınlaştırıyor. Mutsuzum ve eşime saygı duyamıyorum.”
Burada, ‘Ben büyüğüm bilirim, sizin aklınız ermez’ anlayışını ve onun yansımasını görüyoruz. Bu anlayışla yetiştirilmiş bir erkek, bu kalıpları kırıp kendi sorumluluklarına sahip çıkmazsa; kendi başına karar veremeyen, iradesini kullanamayan ve hep annesine ihtiyaç duyan bir yetişkin olur. Bu da eşi, çocukları ve çevresindekiler üzerinde ciddi bir imaj ve güven kaybı demektir. Karar verme ve konuşma hakkı giderek karşısındakine geçer. Bu da oğlumuzun küçük düşmesi, rencide olması ve dengesinin bozulması demektir.
Anne babalık; çocuklarını büyütürken aklını da geliştirerek, düşünmeyi ve fikir üretmeyi öğreterek, kendi işini yapacak ve sorumluluk üstlenebilecek şekilde hayata hazırlamaktır. Sonra da danışman makamına çekilmektir. Ne yazık ki, kendi anne babalarımızdan doğru bir örnek göremeyen ve kendimizi daha doğru bilgi ile donatamayan biz ebeveynler; çocuklarımızı içten küçülten ve bir varlık göstermesine müsaade etmeyen dar kalıplara hapsediyoruz, bunun adına da annelik diyoruz.
Bir erkeğin denge noktalarından biri de evde değer ve itibar görmesidir. Erkek evde lazım olan yeterli ve tutarlı tutumu sergileyemez ve sürekli birilerinin güdümünde hareket ederse; bu değer ve itibar kazanılamaz. İletişimde saygı azalır, Saygı azalınca sözlerin ve davranışların kimyası bozulur, çatışmalar başlar. Bu aynı zamanda erkeğin kendi içinde zarar görmesi anlamına gelir, sözünün gücü düşer. Çünkü fıtratına uygun olan rolü oynayamamıştır.
Biz anneler, oğlumuzu yönetmeye çalışarak büyümesine engel oluyoruz ve bu yüzden kabını doldurabilen bir olgunluk kazanamıyor. Sonuçta, kendisini değersiz ve yetersiz hisseden, sözü geçmeyen bir eş ve baba haline geliyor, ailesini yönetmekte zorlanıyor.
Bu yaptığımızın adı annelik ve oğlumuzu sevmek mi? Oğlumuza güvenip kendi hayatını yönetmesine müsaade etmez ve desteklemezsek, annelik rolümüz eksik kalmaz mı? Bunun adı otoritemizi korurken çocuklarımızı harcamak değil mi?