Kaybedeceğini bile bile neden mücadele ediyorsun dedi,Öleceğini bile bile yaşadığını unutmuştu o an…
Bozmadım.”
Özdemir Asaf
‘Zaferden değil seferden sorumluyuz’ diye düşünür ‘niyet hayır akıbet hayır’ der ‘kervanı yolda düzeriz’ biz.
Aslında hikâyemiz ‘tarafımız belli olsun’un hikâyesidir. Bu yüzden ‘niyet ederiz Allah rızası için’ ve Allah’ın dileyip de hidayet verdiği kimselerden olmak için ilk biz adım atarız O’na doğru. Çünkü biz biliriz ki İnsan Allah’a varmak istediğinde bir yola girer ve o yol üzereyken buluverir Rabbini karşısında. Ve elbette ‘aramakla bulunmaz lakin bulanlar arayanlardır’ der ve nasibi koyarız dualarımızın sonuna, âminlerimizden hemen öncesine.
Yazı geleneğimizin en önemli cümlelerindendir; ‘gayret bizden tevfik Allah’tan’ cümlesi. Aksi halde Aliya’mızın ‘Mehdi bizim tembelliğimizin adıdır’ ikazı gelir yakalar bizi ve tabirin bütün anlamlarını omuzlanarak ‘yuvarlanıp gideriz’ dünya dediğimiz bu gurbetlikte.
Söylediklerim usule ilişkindir ve vusul farkındalığından ileri gelir. Asılsa zaten kaynağımızdır ve bellidir.
Ama kavramsal olarak, ama bir olayı izah etmek adına ‘fetih’ten bahsetmeye kalkanların neredeyse tamamının belli tanımlamalar, sloganlar, kabuller üzerinden hareket ettiklerini ve en iyi olasılıkla mümtaz şahsiyetlerin dizelerini, cümlelerini kullandıklarını görürüz. Tamamını bir araya getirdiğimizde göreceğimiz şey şudur; daima aynı hikâyenin etrafında ve üstelik aynı cümlelerle dönmekteyiz.
Evvela şu hususun altını çizelim; Fethe doğru yola çıkılır, bu doğru. Amma velakin asıl gelen fetihtir.
Zira ‘Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde’ (Nasr Suresi /1) buyuruyor Rabbimiz.
Öyleyse soru şu;
Fetih nasıl gelir?
Öncelikle şunu biliyor olmamız lazım; Fetih Allah’ın bir ikramıdır hem Fatih’e, ‘Fatih’in Askerleri’ne ve hem de fetholunan beldenin sakinlerine.
Müslümanlar bir coğrafyayı, bir topluluğu idareleri altına aldıklarında bir Peygamber geleneği olarak emanname verirler o beldenin yaşayanlarına. Unutulmamalıdır ki, bu emanname o beldenin sakinlerine verilmiş olmakla birlikte hem Fatih’in hem de askerlerinin emniyeti açısından da önemlidir.
Efendimiz Muhammed Mustafa (a.s) böyle yapmıştır; Allah’ın yardımı ile gelen fethi yaşarken, fevc fevc insanların Allah’ın dinine teveccühünü görmüş, Rabbini hamd ile tesbih etmiş ve bir de emanname vermiştir Mekke halkına. Çünkü fetih günü O’nun tabiri ile ‘vefa ve iyilik günüdür’.
Hz. Ömer de Kudüs’ girdiğinde yapmıştır aynısını. Tıpkı Selahaddin Eyyubî’nin Haçlıların elinden Kudüs’ü geri aldığında yaptığı ve elbette İstanbul’u alırken Fatih’in yaptığı gibi…
Elinizde insanlığa sunacak bir emannameniz varsa fetih gelir sizi bulur. Bu böyledir. Lakin eman verecek olanın ‘el-emin’ olması olmazsa olmazdır. Böyle olmazsa, emannameyi oluşturan hiçbir harfin, hecenin, kelimenin muhatabınıza ulaşmadığına tanıklık edersiniz, emanname eman veremez. Çünkü o cümleleri kuran olarak siz, Allah’ın kelimelerin kalbine indirmiş olduğu hikmetten kendinizi yoksun bırakmışsınızdır.
Srebrenitsa’nın Öyküsü isimli bir romanı Profil Kitap tarafından Türkçeye de tercüme edilen Boşnak edebiyatçı İsnam Talyiç Fatih Sultan Mehmet Han’ın hayatını romanlaştırmak için kolları sıvadığında bir hakikatle karşılaşır. Fatih Bosna’ya Jajce (Yaytse) üzerinden girdiğinde kendisini bir kısmı Müslüman olmuş on bin kadar Boşnak atlı karşılamıştır. Yeri gelmişken ‘gönüllerin fethi’ tabirine atıfta bulunmadan geçmeyelim. Asıl fetih bir beldeye girmekten ziyade o beldede meskûn halkın kalbine girmektir.
Sen, her şeyden evvel, yani asker olmadan, komutan olmadan, kuvvetli olmadan, zeki olmadan, pratik olmadan, padişah/sultan/devlet başkanı/lider -ya da her ne ise- olmadan önce ‘el-emin’ olursan ve bu sıfatla ‘eman vermek’ adına bir emanname hazırlayabilmişsen Allah’ın yardımıyla fetih sana gelecektir kuşkusuz.
Fetih bir anlamıyla da İslam’ın insanlarca anlaşılmasının önündeki bariyerleri kaldırmak, İslam’ın kendilerine tebliğ olarak ulaşmasının sebebi niteliğindeki tüm tutsaklıkları sonlandırmak, İslam’ın insana yalın bir şekilde temas etmesini temin etmektir. Kapalı tüm kapıları İslam’a açmaktır.
Bu yüzden öncelikle insanların kalbine dokunmak icap eder. Müslüman insan, insanların kalbine dokunmanın önündeki tüm engelleri ve imkânsızlıkları kaldırmakla yükümlüdür.
Fetih insanın özünün farkına varması, özünün gürleşmesi ve en nihayetinde insanlığın özgürleşmesidir.
Sonuçla işi olan insanlar değiliz biz. Süreci doğru yürütürsek aslolan ile ilişkimizi doğru tesis edip usule dair basiret ve feraseti kuşanabilirsek arzu ettiğimiz sonucu/vuslatı Allah’ın bir ikramı olarak karşımızda görebiliriz.
Biz ki, madem insanlığın özgürlüğünün derdindeyiz o halde kendimize, insanımıza ve tüm insanlığa sunacak bir emannameye ihtiyacımız var.
Ve biz bu emannameyi sunacak ‘el-emin’ sıfatlı önderlerin var olduğuna inanmak istiyoruz.
Çünkü dünya bizden bir emanname bekliyor!
Bir beldede iktidar olmak fethin kapılarını çalmak ise eğer, Türkiye’yi de bu emannameden mahrum bırakmak, dolayısıyla fetih kavramının tam da göbeğinde Türkiye’yi görmemek bir haksızlık olmaz mı?
Fetih buradan yükselecektir. Çünkü tarih burası olmadan yapılamıyor.