Hem ‘ölü sayısı’ hem de ‘kim yaptı’ sorusu alabildiğine pornografiktir bugün. Hakikatin önündeki
en kalın perdedir. Yaşadığımız her terör saldırısı sonrası yitirdiğimiz her bir insan ‘âlemin ölümü’ne ve
Kabil’in yaşıyor oluşuna delalet ediyor aslında. Cesur bir adım atarak ‘ölü sayısı’ndan ve kimin
yaptığından ziyade hep birlikte ölüyor oluşumuz gerçeğine odaklansak sanki çözeceğiz meselelerimizi.
Yusuf Armağan
Patlama haberi geldiğinde etrafımda, sosyal medyada, eminim ki sizlerin de bulunduğunuz diğer ortamlarda ‘ölü sayısı’ sorusunun peşine düştük hepimiz.
Muhtemelen gazeteler ‘ölü sayısı’nı doğru verebilmek için haber metinlerini tamamladıktan sonra bir süre geciktirdiler baskıya gitmek üzere olan nüshalarını.
Televizyonlar bağlandıkları her açıklamada ‘ölü sayısı’nın ne kadar arttığına dair merak giderici beyanlar beklediler, KJ’ye ‘ölü sayısı’nın güncel halini yazabilmek için.
‘Ölü sayısı’ netleştikçe adet haline gelmiş ölüler üzerinden hareketle ‘şurada şu kadar kişi öldüydü, siz o zaman ne yaptınız?’ cephesi organize oluverdi hemen. Yakın tarihin kanlı eylemlerinden ‘ölü sayısı’ bilgileri hızlıca tarandı arama motorları vasıtasıyla filan yerdeki ‘ölü sayısı’ neydi, falan zamandaki ‘ölü sayısı’ kaçtı sorularından yola çıkıp çok kullanışlı cevaplar üretebilmek adına.
***
Bir diğer sorunlu alana gelmek istiyorum izninizle; ‘kim yaptı’ sorunsalı.
Hepimiz aynı hatayı yapıyoruz ‘kim yaptı’ diye sorarak.
1993 yılına gidiyor zihnim; ‘kim yaptı’ sorusunun cevabı üretilmişti karanlık odalarda ve hem sosyolojik olarak, hem siyaseten gereği yapılmıştı. Birileri ‘kim yaptı’ sorusuna paketlenmiş organize cevapları aciliyetine binaen servis ederken savunma makamında olanlar ‘kim yaptı’ sorusuna kendilerince cevaplar üretmek durumunda kalıyorlardı. ‘Kim yaptı’ sorusunun cevabı öylesine köreltmişti ki insanları, vahşice katledilmiş insanların naaşları için kılınacak cenaze namazı evvelinde okunmakta olan ezanı cami avlusunda, musalla taşının önünde durarak yuhalayacak seviyede alçalışlara şahit oluyorduk.
Suruç sonrasındaki dakikalardan itibaren hemen herkes kendi tabelasının arkasından cevaplar üretti durdu ‘kim yaptı’ sorusu için. Terörün tüm yelpazesinden cevaplar pozisyonlanma açısından önem arz ediyordu elbette.
Ne kadar farkındayız bilmiyorum ama ‘ölü sayısı, ölü sayısı’ diye diye, ‘kim yaptı, kim yaptı’ diye sora sora ölüyor insanlığımız…
***
Dikkatinizi bir hususa çekmek isterim; ‘ölü sayısı’ ve ‘kim yaptı’ polemiği üzerinden birbirimize düşmek asıl tehlikeli olandır. Bu ülkede yaşayanlar olarak gelinen noktadaki kazanımlarımızın kaynağında yer alan otuz yılı aşkındır sürmüş olan PKK terörünün bizi birbirimize düşürmeyi başaramadığı gerçeğini görmemiz gerekiyor.
Gâvurun dediği gibi; omlete dönmüş Suriye’ye bir bakalım. O meşrep bu meşrebe, oradaki şuradakine, ötedeki berikine düşeli şunun şurasında kaç yıl oldu? Orada Aliler Osmanlar, Ayşeler Fatmalar tarihi gerilimleri günümüze taşıyarak birbirine düşmüşken bu toprakların insanı yüzyıllardır ‘Ali Osman’ ismi üzerinden gidip bir kızına Ayşe bir diğer kızına Fatma ismini vererek birlikte yaşanabilir bir dünya kurdular kendileri ve elbette bizler için.
Yanlış anlaşılmak istemem, elbette kaç kişinin öldüğü ve bu kişileri kimin ya da hangi mekanizmanın öldürdüğü hususunu tamamen önemsiz bulmuyorum. Ben, kim ölürse ölsün, kim öldürürse öldürsün terör belasının üzerine topyekûn gidilmesi gerektiği taraftarıyım. Bu cümleyi ‘topyekûn’ kelimesinin altını çizerek kuruyor olduğumun bilinmesini isterim.
Hem ‘ölü sayısı’ hem de ‘kim yaptı’ sorusu alabildiğine pornografiktir bugün. Hakikatin önündeki en kalın perdedir.
Yaşadığımız her terör saldırısı sonrası yitirdiğimiz her bir insan ‘âlemin ölümü’ne ve Kabil’in yaşıyor oluşuna delalet ediyor aslında.
Cesur bir adım atarak ‘ölü sayısı’ndan ve kimin yaptığından ziyade hep birlikte ölüyor oluşumuz gerçeğine odaklansak sanki çözeceğiz meselelerimizi.
Doğru soru şu; birlikte yeterince ölen bizler birlikte yaşayamayacak mıyız?
Bir de şu var dostlar:
Ölülerimizi yarıştırmasak artık diyorum, çünkü onlar çokça yoruldular.