İstiyorum ki, şöyle estirerek, sanat, edebiyat, resim, şiir, sinema, tiyatro üzerine yazayım.
Alışılmış, sirayet edip kronikleşmiş ‘marazîyâtla’ alay edeyim.
Bize kakalanmış bütün ‘marazî sanat’ örneklerini ve bu çabaya girişmiş marazları gözlerinin yaşına bakmadan kritik edeyim.
İstiyorum ki, heyecanını dibine kadar tüketmiş, en başından bir numarası olmayan, geleneğin en süflî yamaçlarında gezinen, bilmem kaçıncı yılı ve sayısını sanki bir halt becerip ‘bir iftihar varakası’ sunar gibi başlığının altına iri puntolarla yerleştirilmiş dergi paçavralarını rezil rüsvâ eden yazılar döşeneyim ve yazımın yayınından hemen sonra da kapansın, bütün ciltleri dergi mezarlığına değil, hurda kâğıt çöplüğünü boylasın.
İstiyorum ki, bu kadarla kalmayım, edebiyat klanı değil, çetesi kurmuş yeteneksiz, kifayetsiz şair bozuntularının kof fiyakasını bozayım.
O belediye kültür merkezi, bu vakıf kültür etkinliği, filanca şehir şiir festivali demeden, koşturup duran, üçüncü sınıf sersem sünepenin ipliğini pazara çıkarayım.
Elindeki tercih/yetkiyle, bu kurumlara vakfedilmiş fonları, belediyelerin mangırlarını, program ve etkinliklerinde üç-beş kişiden fazla katılımcı bulamayan bu ‘çetelere’ ‘peşkeş’ çeken kültürsüz kültür müdürlerine, kültürsüz kültür ve sanat danışmanlarına ve hatta sanat-edebiyata bigane kültür bakanına veryansın edeyim.
İstiyorum ki, gümbür gümbür şiirler yazamayan, gümbür gümbür konuşamayan, orada burada göründükçe edip sanılarak itibar edilen bu kifayetsizlerin, estetik, sanat ve estetik beğeniye ettikleri fenalığı dillendirip, yoz, sığ ürünlerinin tükettiği genç ve diri heyecanlara ve onların yeşermekte olan idealizmlerine nasıl pespaye bir sömürgenlikle saldırdığını anlatayım.
Hiçbir halta yaramayan, özensizce kitaplar basan yayınevlerine savaş açayım.
İstiyorum ki, kendinden yüz yıl önce yaşamış olmaklığından öte hiçbir özelliği olmayan, şahsına münhasır tek kelâm etmemiş, eskiliği bitpazarı evsafında değere haiz proje yazarlar ve onları hiçbir mesnede dayanmadan ‘klasik’ diye pazarlayan, methiye düzen ucuz edebiyatçıların sultasını yıkayım.
Hepsinin enkazları üzerinde ağarmış saçlarıma, sakallarıma aldırmadan hunharca tepineyim.
İstiyorum ki, İstanbul’da yaşayıp da, Sultanahmet’in avlusunda Avrupalı bir turist kadar vakit geçirmemiş, Ayasofya’ya karşı durup yarım saat temaşa eylememiş, Süleymaniye ile tek irtibatı ve alâkası en çok Yahya Kemal’in ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ şiiri, hatta şiirin sadece ‘başlığından’ ibaret olan, Yerebatan Sarnıcı’nın en kuytusunda tepetaklak duran Medusa’dan habersiz, Taksim Anıtı ve Galata Saray Mekteb-i Sultanisi’nin muhteşem kapısı arasında mekik dokuyup, Pera’nın labirent gibi ara sokaklarına, orada akan başka hayatı bir kere olsun merak edip sapmamış, miskin, tembel, korkak, pespaye, iddiasız, kifayetsizliklerini mütevazılık ayaklarına yatarak saklayan şair yazar bozuntularının canına okuyayım.
İstiyorum ki, uğraştığı sanatın haricindeki sanatların cahili, şairleri, hikayecileri, romancıları, hat, tezhip, minyatür sanatının klasiklerini klonlayıp hattat geçinenleri, minyatürcü, müzehhip geçinen iş bilir uyanıkları asabiyetle sarsayım.
Yaptığı işten kendisi bile heyecan duymayan, ilaç için bir cümlesi olmayan, bu sahtekârlar, üç kâğıtçılar güruhu ve onların çer-çöp işlerini toplayıp şehrin en baba meydanında, bir vandal gibi ateşe verip, etrafında gölge dansı yapayım.
Münzevi, mıy mıy, sünepe, tatsız, suratsız, heybetsiz ve pörsümüş kelimelerle üzerimize ölü toprağı serpen, heyecansız, huysuz ‘üstatlar’ın sayıklamaları dahil!