Hangi mevzu hakkında yazmaya kalkışsam, hepsi eski ve uzun bir hikayeye dönüşüyor.
Yaşlanıyoruz ondan mı acep?
Geçenlerde Hakan Albayrak’la muhabbet ediyoruz.
Hemfikirim, ‘ihtiyarladık’ gençler lazım dedi.
Gazete için, yazı, çizgi, şiir… Allah ne verdiyse.
Hemfikirim de, tam olarak neyi kastettiğini de sormadım.
‘Yorulduk’ mu demek istedi…
‘Kendimizi tekrar etmeye başladık’ mı demek istedi, yoksa ‘heyecanımızı yitiriyoruz’ mu demek istedi, bilmiyorum.
‘Canlılık ve heyecansa mesele’, değme delikanlılara ‘taş çıkarırız’ hâlâ evvel Allah.
Belki de, ‘adam yetiştirmek sorumluluğunun’ altını çizmek istemiştir.
İşin doğrusu bu cümleyi etmek, edebilmek gerekiyor.
Bu cümleyi etmek, ‘vazgeçmek, pes etmek, sahadan çekilmek’ anlamına gelmez.
‘Diriliş Postası’ teknik ekibi ve yazar kadrosunun yaş ortalaması ‘genç’ sayılır.
En keyifli yazıları yazanlar da genç kalemler.
Hakan, belki tam olarak ‘gençlerin iş başında olma’ sürekliliğini sağlamak istiyor.
Ömrümüz, işi bir türlü ‘gençlere bırakmayan ağabeylere’ tanık olmakla geçti.
Böyle söylediğime bakmayın.
Biz bunu ‘dert etmedik’ elbette.
Kimsenin ‘himmetine mazhar’ olmadığımız gibi, kimseden ‘icazet de’ almadık.
Bağımsız, özü gür, özgür aktık gitti.
Şayet takmış olsaydık ‘dramatik bir son’ olurdu.
Yazarlığın, çizerliğin, şairliğin ‘emekliliği de’ yok ki.
El kalem tuttukça yapılacak işler bunlar.
Akranlarımızdan iş başına geçenler de oldu.
Bir dönem yoldaşlık yaptığımız isimler, oturup kalktığımız, muhabbetin belini kırıp çay, çorba içtiğimiz kişiler.
Elde ettikleri imkanları vardiya hesabı kendi aralarında döndürüp durdular.
Oturdukları koltuklarda, bulundukları makamlarda kendilerinden başka kimseye bir faydaları olmadı. Gençlere fırsat da vermediler.
Eli kalem tutan en yakın bir iki dostlarına bile kerhen iş verdiler.
Onu da nasıl yaptılar aklım ermez ya.
Kovuluncaya kadar sürdü saltanatları.
Kovulduklarında da yerli yerinde kaldı gazetenin kalabalık kadrosu.
Bencil, ekibinin saygı ve sevgisini kazanamamış yöneticilerin başına gelir böylesi.
Söylemesi ayıp, benim başıma gelmişti de bir kovulma, gazetenin çırağına varıncaya kadar istifayı basmıştı bütün kadro. Gazete boşalıvermiş, patron kafayı sıyıra yazmıştı.
Söylediklerim ‘gazetecilik’ özelinde.
‘Yirmi yıl üst düzey gazete yöneticisi’ olacaksın, yöneticilik yaptığın sürede ‘üç adam’ yetiştirmeyeceksin.
Böyle bir ‘derdin’ bile olmayacak.
Pes doğrusu.
‘Hakan Albayrak da’, ‘ben de’ gençler konusunda ‘öteden beri’ hassasiyet taşıyoruz.
Yaşımız yirmi beşken de, otuz beşken de, kırk beşken de gençlerle hemhâl olduk.
Şükür onlar da hiç eksilmediler çevremizden.
Elimizden geleni yaptık ve yapmaya devam ediyoruz.
Keşke daha güçlü imkânlarımız olsa da, gençlerle ‘devrim’ yapar gibi gümbür gümbür işler çıkarabilsek.
Bir değil ‘birkaç gazete’, bir değil ‘üç beş dergi’… Olmadı, üç beş gazete hacminde tek gazete, üç beş dergi hacminde bomba gibi tek bir dergi.
Zımba gibi, kıpır kıpır her yazısında gençliğin ‘dinamizminin’ fışkırdığı, her mısraı bir ‘manifesto’ gibi şiirler, her fotoğrafı ‘mükemmel’ yayınlar.
Genç yazarların ‘ilk kitaplarını’ üç beş bin değil, on binlerce basan ‘bir yayınevi.’
‘Yeni bir televizyon.’
Belgeselcisi, tiyatrocusu, sinemacısı, spikeri, sunucusu ışıl ışıl, pırıl pırıl, zeki ve genç bir kadro.
Her ilde ofisi ‘tek göz bir odadan ibaret’ temsilcilik değil, her biri gençler için bir okul, akademi niteliğinde, ‘kültür ve medeniyetimizin aldığı tahribata yönelik restorasyon seferberliğinin yürütüldüğü’, geleneksel ve modern sanatların felsefe ve pratiğinin yapıldığı ‘kültür ocağı’ gibi ‘sivil’ merkezler.
Olmaz mı?
Ne dersiniz?
Ağam paşam?
İktidar zenginlerim?
İdealist para babaları?
Yeni Türkiye’nin mimarları?