Muhalefetin “2. tura kim kalırsa onu destekleriz” açıklamaları, Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı gibi birlikteliklerin altında yatan en etkileyici anlam bence şu; bir asırlık karanlık dedikodu çatırdayarak çöküyor. İnşallah şaşırtıcı bir hızla tamamen yerle bir olduğuna da şahit olacağız. Hani “Çokseslilik, herkesin temsil edilmesi” diye süslü kelimelerle anlatılan/dayatılan o karanlık dedikodu çatır çatır çöküyor.
Emperyalizm “modern dünya” diye bir ambalajla paketleyip dayattıkları Yeni Sömürge Sistemi’yle Meclis’e onlarca parti sokmayı telkin ediyordu ve koca koca adamlar lafın nereye gittiğini bilmeden sanki iyi bir şey söylüyorlarmış gibi “Meclis’te her kesimin temsil edilmesi” diye bir zırvayı tekrar ediyorlardı. Bu zırva dünyanın her yerinde hâlâ prim yapan siyasi yalanların başında geliyor. Bu “her kesim” lafının asıl niyeti kesimler meydana getirmek ve zaman içinde bir yandan kesimlerin sayısını artırırken öte yandan kesimler arasında makası açıp cepheler inşa edip çatışmalara gebe kriz taşları döşemek. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın faaliyette bulunan siyasi parti listesine göre Türkiye’de resmen onaylanmış 88 parti var. Onay almamışlarla birlikte bu sayı 126. Partisi olmayan siyasi tarafları da listeye eklersek faaliyet gösteren 280 kesim var. Bu delilik değil de nedir?
60 milyon insanı (en az) öldürdükten sonra büyük ekonomik buhranla yok olmanın eşine gelen emperyalizm, 1929 sonrasında dünyayı şöyle planlamıştı: Yeni Nesil Sömürge Sistemi’ne göre gözlerini diktikleri her ülkeye; ister cumhuriyet, ister monarşi olsun “kesimler” inşa edilecek ve her kesimin kendi yolunda gitmesi tahrik edilecek gerekiyorsa silahlı hale getirilecekti. Bu sayede ülkeler, bu kesimler çatışmalarından kaynaklanan dertlerle uğraşırken arka kapıdan sömürge devam edecekti.
Her kesimin, yetmez her etnik kökenin, yetmez her ideolojinin, o da yetmez her mezhebin derken mümkün olan en fazla parçaya bölünmüş güya herkesin ayrı ayrı temsil edilmesi gerektiğini telkin ettiler, dayattılar. Keskin çatışmalar kurdular ve beslediler. Her kesime kendi ajandalarını verdiler ve ortaklaşa hayal kurup aynı hedeflere inanan toplum yapısını darmadağın ettiler. Bu korkunç sistem, onlar adına çok güzel çalışıyordu. Mesela Türkiye için dertlenmek yerine, kendi kökenine, kendi ırkına, kendi ideolojisine, kendi mezhebine, kendi aşiretine, kendi ailesine, kendi mahallesine dertlenen insanlar parlamentoları dolduruyordu. Siirt temsilcisi ile İzmir temsilcisi ayrı olmak zorunda mesela. Niye böyle? Siirt doğumlu bir hukukçu, İzmir’in de menfaatine olacak bir hizmet yapamaz mı Meclis’te? “Afyonlular’ı ancak bir Afyonlu temsil edebilir” diyen bu saçma kuralı ilk kim koydu? Bir adım daha ileriye taşıyalım soruyu; niye Afyon temsil edilmek zorunda? Türkiye temsil edilse olmuyor mu? Niye illa Konyalılar, Aleviler, Sünniler, Kürtler vs. diye mutlaka temsil edilmesi gereken kesimler olduğuna inanıyoruz? Meclis’te Diyarbakırlı bir vekil bir kanun üzerine çalışıp sonuç alırsa ben bir İstanbullu olarak bundan faydalanmıyor muyum? İşte 1929 sonrasında icat edilmiş hayali kesimler ve onların sürekli kısır döngü içinde çalıştıkları siyasi zemin bugün itibariyle çatırdayarak çökmeye başlamıştır.
Muhalefet partileri, “Erdoğan karşısında kim ikinci tura kalırsa onu destekleriz” diyorlar. Niye inatlaşmıyorlar, niye diretmiyorlar, niye illa kendilerinde ısrar etmiyorlar? Çünkü bu yeni zemin, kesimlerin keskin ısrarlarını kaldırmaz artık. Ortak olmak zorundayız? Bu işte, yeni sistemin Türkiye’ye en büyük hediyelerinden biridir. Paramparça bir Türkiye yok artık. Bir asır önce kasten inşa edilmiş çatlaklara verilen suni sancılarla peyderpey krizlere sürükleyemeyecekler artık…