“Biz kuyunun dibindeyiz. Elimizi uzattık. Kuyunun dibinden bizi kim kurtaracak? Kim kurtaracak he kim? Ruslar mı kurtaracak? Uranyum madenlerini talan eden İngilizler mi kurtaracak? Darfur’da elmas madenlerini içinde çalışan insanlarla beraber beton döküp kapatan Hollandalılar mı kurtaracak?”

Sudanlı bir dostum var. Tarık. Hafız. Tüccar. Hayatımda tanıdığım en Müslüman adamlardan biri. Yürüyen tevekkül. Baştan aşağı tevazu. Bir sürü parası var ama uzaktan bakınca anlayamazsın. Yakından bakınca da anlayamazsın gerçi. Lokantaya gitsen çok yemek söyledin diye kızar. Hep mütebessim. Hayırsever. Zekat, dua ve namaz ehli. Şuurlu.

Babasının Hartum merkezdeki ufacık dükkanının başına geçmiş. Kendisi gibi hafız olan 2 kardeşiyle beraber el ele verip işleri büyütmüşler. Sattığı ürünlerin çoğu Türk malı. Dükkanlarının bulunduğu “sanayi sitesinde” camii olmadığı için namaz vakitleri dükkanlarını ufak bir mescide çevirip işi gücü durdurup cemaatle namaz kılıyorlar. Yalan yok. Riya yok. Allah da bereketini esirgemiyor tabi. İşleri gayet iyi elhamdülillah. Allah daha iyi etsin.

“ALLAHÜMME ENTES’SELAM” DEYİP SİLAH DOĞRULTUYORLAR

Fakat Sudan sıkıntılı memleket. Zaten yıllardır güney-kuzey çatıştı. Her evde bir şehit var. Gavurlar ne yapıp etip böldüler Sudan’ı. Ne idüğü belirsiz “Güney Sudan” diye bir ülke kuruldu. Öte taraftan en genel ifadesiyle Arap asıllı Müslümanlarla, Afrika asıllı Müslümanlar Darfur bölgesindeki anlaşmazlıklar sebebiyle birbirine girmiş. Şimdi iki Müslüman cemaat, namazı bitirip “Allahümme entes’selamu ve min kes selam” deyip birbirlerine silah doğrultuyorlar. Gavurlar kışkırtıyor, basiretsiz Sudanlı yöneticiler yanlış adımlar atıyor, İslam âlimleri çaresiz… Öyle ki artık kimsenin gündeminde bile değil Darfur.

Tarık, şuurlu bir Müslüman olarak ülkesinin halini anlatırken üzgün. Ağlayarak anlatıyor yaşadıklarını. Ağlaması sıradan bir ağlama değil. Siyer-i Nebi’den misalleri katık ediyor ağlamasına. Çaresiz.

Üstelik ülkesinin durumu kendi ticaretine de yansımış. Mal alıyor, mallarını taşıyan gemilerin limana yanaşması sıkıntı; ödeme yapmak sıkıntı; para çıkartamıyor ülkeden. Parayı tefeciler aracılığıyla göndermek zorunda. Her şey risk. Kalp ameliyatı olmak için Türkiye’ye geliyor. Gelince ağlıyor, benim imkanım var ama Sudan’da insanlar imkanları olmadığı için gelemiyor diye.

“BİZİ HOLLANDALILAR MI KURTARACAK”

Bir gün İstanbul’da bir Türk arkadaşım ve Tarık’la yemek yiyoruz. Bir ara Tarık’ı unutup arkadaşımla Türkiye’deki güncel meseleler ile ilgili tartışmaya başladık. Tarık Türkçe biliyor, anlıyor. Tartışma alevlenip sesler yükselmeye başlayınca Tarık araya girdi:

“Ya siz neden bahsediyorsunuz. Biz Sudan’da kuyunun dibindeyiz. Elimizi uzattık. Bizi kuyunun dibinden kim kurtaracak? Kim kurtaracak he kim? Ruslar mı kurtaracak? Uranyum madenlerini talan eden İngilizler mi kurtaracak? Darfur’da elmas madenlerini içinde çalışan insanlarla beraber beton döküp kapatan Hollandalılar mı kurtaracak? İstanbul Halife’nin şehri. Siz burayı sadece buradan ibaret mi sanıyorsunuz? Kendinize gelin.”

Sustuk.

İster rehavete kapılalım ister bu yükün altında ezilip kalalım; bu ülke dünyadaki bir çok mazlum insanın hâlâ en parlak umut ışığıdır. Bu ülke, hâlâ kuyunun dibinde kalmış mazlumlara elini uzatma ihtimali en yüksek olan ülkedir. Bu ülkeye ihanet etmek aynı zamanda dünyanın tüm mazlumlarına ihanet etmektir.

Ve bilerek ya da bilmeyerek bu ülkeyi gavurlara şikayet edeni de; gavurun kapısına gidip ondan medet umanı da tarih affetmeyecektir.