Odaya girdiğimde Erbakan’ı buldum karşımda. Yalnız başınaydı. Odada bir o vardı bir de ben. Hem de onun pijamaları üstünde… Mandalina yiyordu. Ve ben 16 yaşımdaydım daha. İşte böyle bir an. Elini öptüm. “Bir isteğiniz var mı” dedim. Yaşım 16 idi. Ve ben onu sadece Türkiye’nin değil Dünyanın en büyük lideri olarak görüyordum. Elim ayağım birbirine dolaşmıştı.

Dilerseniz, hikâyeyi baştan anlatayım…

Bu benim fevkalade kişisel hikâyem. Ben neden Erbakan’ı sevdim, neden üzerimde çok hakkı var diye düşünüp dururken zihnimde koskoca bir kütle olarak bu hikâyeye rastladım. Ona, azıcık büyüyüp, zihinsel olarak palazlanıp “entel dantel” havalarına girdiğimden beri “hocam” diye hitap etmiyordum. Madem ki bu benim kişisel hikâyem o zaman onu “hocam” diye anmamda bir sakınca yok.

Refah Partisi’nin Konya’dan %50’ye yakın oy aldığı ve RP’nin en büyük parti olarak sandıktan çıktığı o seçimden hemen önce… Yıllarca ezilmiş, ötelenmiş Konya halkı, hiç yılmadan desteklediği “Hoca”sını bir salon toplantısında ağırlıyor o gün. Yerel seçim öncesi olsa gerek. Çünkü Erbakan, 1 aydan uzun bir süredir ailesiyle görüşmemiş.

Rahmetli Nermin Erbakan hanımefendi, annemin tanışıydı. Erbakan’ın Konya’da programı olduğunu haber alınca, annem telefona sarıldı ve tüm içtenliğiyle Ankara’da bulunan Nermin ablayı ve ailesini Konya’ya davet etti.

“Abla, gelirsiniz; hocamla da görüşmüş olursunuz, hem ona sürpriz yapmış oluruz, hem de ilk sahuru birlikte yapmış olursunuz…” dedi.

Hocamın salon toplantısı Ramazan arifesine denk geliyordu çünkü. Yani toplantıdan sonraki gün 1 Ramazan.

“ABLA, HOCAMI DA ÇAĞIRALIM”

Nermin Erbakan, 2 kızı ve oğluyla Konya’ya geldi. Karşıladık. Bizim eve geçtik. Salon toplantısı akşam saat 21:00’de. Hocam Konya’ya başka bir şehirdeki toplantısından gelecek ve hemen ertesi günü yine başka bir şehirde toplantısı var. Gece Konya’da kalacağı belli değil. Annem, Nermin Teyze’ye “Abla, hocamı da çağıralım, o da gelsin hem sizi de görmüş olur.” dediğinde Nermin Teyze “Hocanızın işi belli olmaz, buraya gelmesi çok zor, biz salonda görsek onu yeter.” demişti.

Ev kalabalık. Akşam 9 gibi misafirlerle birkaç arabaya doluşup apar topar evden ayrıldık. Toplantının yapılacağı 100. Yıl Spor Salonu’na gidiyoruz. Annem son bir ümitle babama “Sen yine de hocamı davet et, ailesinin burada olduğunu söyle. Belki gelir” diye tembih etmiş böylece salona geçtik.

Salon yıkılıyor. “Mahşeri” bir kalabalık… Erbakan ailesi protokole oturdu. Ben de yaşıtım Fatih Erbakan’la hocamın hemen arkasında bir sırada oturuyorum. Ama annem sıkı sıkı tembih etti. Başımızda başka erkek yok, çıkışta bizi kaybetme, toplantının bitmesine yakın yanımıza gel dedi.

“Peki” dedim. Toplantının bitmesine yakın annemin yanına gittim ama hocamın ailesinin bizde kaldığını duyan birkaç başka kadın ekibe dahil olmuş, geldiğimiz arabalarda yer yok. “Sen” dedi annem, “Büyük ablanı al, otobüs-minibüs bir şeylerle dön eve, evde buluşuruz”.

Büyük ablamla minibüse bindik, eve geldik. Eve yaklaştığımızda, uzaktan evin çevresinde olağandışı bir hareketlilik fark ettim, polis arabaları, sirenler vs. Telaşlandım. Eve yaklaşınca durumun aslı ortaya çıktı.

PİJAMALAR İÇİNDE BİR DEDE

Babam, hocamı bize davet etmiş, hocam da kabul etmişti. Eve koştum. Girişte korumalar… Dedim ben ev sahibiyim. Çıktım yukarı. Nazır Özsöz kapıda bekliyor. Kızdı bana “Neredesin Ertuğrul, çok yorgunuz, hocam içeride. Biz gidiyoruz. Baban arabasını almaya gitti. Hadi eyvallah”…

Babam, hocamın arabasıyla geldiği için kendi arabasını salonda bırakmış ve hocamı eve bırakır bırakmaz da arabasını almaya salona dönmüş. Annem ve misafirleri de mahşeri kalabalıkta trafikte kalmış. Eve yetişememişler.

Kapıyı kapattık. İçeride ben, ablam ve “Dünyanın en büyük lideri Erbakan” vardı sadece. Salondaymış. Kapıyı tıklattım. Tok bir ses “Gel…” dedi.

Kapıyı açtım. Az önce spor salonunda parmağını kaldıra kaldıra dünya düzenini ayakları altına alan, bütün salonu coşturup, hop oturtup hop kaldıran adam gitmiş; nur yüzlü, pijamalar içinde bir dede gelmişti…

Çıkmadan önce hanımlar o odada meyve yemişler. Apar topar evden çıkarken de ortalığı toplamayı unutmuşlar. Portakal, mandalina mevsimi… Sofra bezi yere serilmiş. Yarısı yenmiş elmalar, portakallar, mandalinalar. Babam da telaşla oysa gerek şak diye, o odaya almış hocamı. Üstünü değişmiş hocam, yerdeki sofra bezinde meyve kabukları arasından mandalina bulmuş kendine, onu soymuş yiyor.

Ne muhteşem bir sahne !

“NEREDE YATACAĞIM BEN EVLADIM”

Hemen sarıldım eline. Öptüm. “Bir isteğiniz var mı hocam” dedim.

“Sağol, nerede yatacağım ben evladım… Hemen yatağımı hazırlayın, yarın toplantım var.”

Öyle çocuksu bir şekilde sormuştu ki, dayanamadım… Salonun en süfli eşyası, yıllanmış çekyatı gösterdim.

“Burada yatacaksınız hocam…”

“Pekala, lütfen hemen hazırlayın; uyumak istiyorum.”

Çıktım. Tüm toplantılarından sonra limonlu soda içmeyi adet edindiğini biliyorum. Evde soda yok. Apartmanı ayağa kaldırdım. Komşuların birinden soda buldum, ikram ettim. Vakit geçirmeye çalışıyorum. Annem gelsin ve ayarlasın her şeyi diye.

10-15 dakika sonra annem yanındaki kalabalık grubuyla geldi. Koruma araçlarından anlamışlar hocamın bizde olduğunu. Telaşla içeri girdi misafirleriyle.

“Hocam nerede…”

“İçeride.” Dedim. “Yatacak yer sordu ben de çekyatı gösterdim…”

Kızdı. “Orada yatırır mıyım hocamı ben…”

Erbakan’ı diğer odaya aldık. Evimiz öyle geniş filan değil. 3 oda bir salon ev. Galiba 15 kişi vardı evde hocamla birlikte. Hemen en süslü dantelli misafir takımlarından muhteşem bir yatak hazırladı

annem hocama. Ertesi gün ramazan. Sahura kalkılacak.

Annem, Nermin teyzeye “Nermin abla, hocam sahurda ne yer ne hazırlayayım” diye sordu. Nermin Teyze: “Hocanız sahura kalkmaz, o şimdi uyur, namazda uyanır, sahura kalkmaz” dedi. Annem ısrar etti. Nermin teyze, “Hocanız şeker hastası, çok yemiyor, sahura da o yüzden kalkmıyor” dedi. ”Bir de o uyursa hiçbir şey duymaz, ses oluyor diye telaşlanma…”

Annem kadınlara, erkeklere ve aşağıdaki korumalara sahur hazırladı. Sahur vakti Nermin Teyze mahcup bir şekilde mutfağa geldi. “Hocanız sahura kalktı, karnı acıkmış, bir şeyler yemek istiyor, ekmek domates filan hazırlayabilir miyiz” dedi.

Annem telaşla, siz hiç merak etmeyin ben hazırlarım ablacığım dedi. Sacarası, su böreği, bamya çorbası ve domates-peynir-ekmek. Nermin teyze “Yok evladım hocanız bunları yiyemez, şekeri var, şu domates ekmek ona yeter” dese de annem ısrar etti. Hocam hepsini silmiş süpürmüş tabi. Sabah oldu.

Sabah namazını kıldık, gün ağarmaya başladığında hocamın kapısı açıldı. Jilet gibi takım elbisesiyle odadan çıktı hocam. Bir gece önce meyve çöpü arasında pijamalarıyla mandalina bulup yiyen adam gitmişti yine. Yerine yine efsane lider Erbakan gelmişti.

“KOOPERATİF Mİ BU EVLER”

Asansöre bindik. Erbakan, babam ve ben… Asansörde ne konuştuk hatırlamıyorum. Belki de uzun uzun sustuk.

Aşağıya indik. Makam arabası gecikmiş. Evin önünde tedirgin bir bekleyiş. 2 koruma görevlisi ile birlikte Erbakan, mütevazı bir kalabalıkla, ayakta makam araçlarını bekliyoruz.

Sakin sakin arabasının gelmesini beklerken, gergin ortamı birazcık dağıtmak görevi yine hocama düştü. Kafasını kaldırdı.

“Kooperatif mi bu evler” diye sordu.

Babam geveledi birkaç söz. Arabalar geldi. Hocam aracın camından zafer işaretini yapıp gitti.

15 yıldan uzun zaman oldu…

27 Şubat 2011’de Hakka yürüdü Erbakan. Evimizden posteri, kalbimizden sevgisi 30 yıldır inmedi.

Bu gecenin derin hatırası, zihnimdeki diğer tüm Erbakan portrelerinin önündedir. Çok hakkı var üzerimizde çok…

Helal eder inşaallah. Allah gani gani rahmet eylesin.