Hayatımdaki ilk gerçek seçim, beş yaşımdayken abimle birlikte kullandığım ranzanın alt katında yatmayı tercih etmek olmuştu. Ranzanın alt katında yatınca kafamın tepesinde kocaman bir sunta duruyordu. O suntaya desenler çizdim, kelimeler karaladım.

Sonra sokakta top oynamakla, dergi çıkarmak arasında bir seçim yapmam gerekti. Ben dergi çıkarmayı tercih ettim. Harçlıklarımı fotokopici köşelerinde ezdim, iki bardak daha fazla çekirdek, daha fazla bilye, gofret alabilirdim. Alamadım. Seçimlerimin bir maliyeti vardı.

Şehrin merkezinde, evimize uzak ilkokula yazılmak benim seçimim değildi. Bazı şeyleri ben seçemedim. Ama o okulda tanıştığım bir arkadaşım ilkokulu bitirir bitirmez vefat etti. Belki bambaşka bir bağlamda tanıyacaktım ölümü. O vesileyle tanıdım.

O okuldan mezun olunca gideceğim liseyi de seçemedim. Ama lisede, ilk gençliğime ortak ettiğim tüm arkadaşlarımı kendim seçtim. Okulun en şamata tayfası olduğumuzu iddia ediyorduk, grubumuz sadece erkeklerden oluşuyordu ve tam yedi yıl boyunca devrimden başka her şeyi konuştuk bu tayfayla. İyi bir seçim mi yapmıştık dostlarımızı seçerken, yoksa seçimlerimizin sonuçlarını lehimize çevirmeyi iyi mi becermiştik, onu tam kestiremiyorum.

Eve gelen Vahdet, Kadın ve Aile, Gülçocuk, İlim ve Sanat, İslam, Ribat, Altınoluk dergilerinin arasından ben ‘Gülçocuk’u seçtim. Yaşımdan ötürü böyle davrandım sanıyorsunuz ama değil. ‘Yürek Dede’ diye bir şey gördüm kapağında. Seçimime etki eden oydu. Yürek Dede sebep oldu Zarifoğlu ile tanışmama. İyi bir seçimdi. Göz ucuyla baktığım Vahdet, İslam vs dergileri bende o dönem ‘Afganistan Çağıltısı’ etkisi yaptılar. Elime geçen ve esaslı bir yekun tutan ilk parayla kitap almaya karar verdiğimde kitapçıdaki onca kitabı atlayıp ‘Abdullah Azzam’ın şehadeti’ ve ‘İskilipli Atıf neden asıldı’ kitaplarını seçtim. İki kitabı da bir kez olsun açıp okumadım. O kitapçıda bu kitapları seçmekti asıl olay. Kitapların kendisi değildi.

Sonra önüme başka kitaplar çıktı. Ben o kitapların arasından İsmet Özel’i ve Abdurrahman Dilipak’ı aynı anda seçtim. Dilipak’ın zihnimde yıktığını İsmet Özel onardı. İsmet Özel’in zihnimde yaptığı tahribatı ise onarmamayı seçtim. Sadece okumakla yetinmeyip aynı zamanda bir şeyler yazmayı seçtiğimde, İsmet Özel peşine bir sürü kişiyi katmış koymuştu karşıma. Bilardo oynarken bu konudaki yeteneğimi keşfettim. Ama ben şiir ezberlemeyi seçtim. Şiir yazmayı seçtim.

Bu sanat edebiyat işlerini yeterince iyi yapamadığımı düşünmeye başladığımda şiiri bırakmayı seçtim. Rimbaud’ya sarmıştım o aralar ve ona öykünmek bizzat benim kendi seçimimdi. Rimbaud’un ipe sapa gelmez bir gavur olduğunu fark ettiğimde yanlış seçim yaptığımı fark ettim. Şiirin dünyayı değiştirmediğini fark ettiğimde devrimci olmaya karar verdim ve kendi seçimim olan biriyle evlendim. Evlenince devrimi unuttum, devrimi unutunca şiirden hepten soğudum.

Bir gün yolun ortasında bir sokak çocuğu gördüm ve ona “hayat hakkında ne düşünüyorsun” diye sordum. Çocuk iri bir laf ettiğinin farkında olarak:

“Acıkınca yemek yiyorum, susayınca su içiyorum, canım isterse kendimi yollara vuruyorum. ‘Hayattan ne bekliyorsun’ diye soruyorlar, daha doğrusu ‘beklentin ne bu hayattan’ diyorlar. Ne bekleyeceğim hayattan; sokaktayım işte, dönmeyeceğim” dedi.

Dünya kocaman bir oyuncak. Dönüyor. Ve öğütüyor. Burada kalan yok. Belli ki önümüze her daim seçimler çıkıyor. Ya o yolu seçersin ya bu yolu. Hep böyle bu. Bazen sonuçlar trajik derecede önemsiz olur, bazen trajik derecede hayati. Onu da bilemezsin. Hangi seçimin sende neyi değiştirdiğini bi-le-mez-sin. O yüzden kırmızı çizgilerine sahip çık. Allah’a sığın. Kalbini es geçme. Aklını kiraya verme.

Seçimler de sonuçlar da O’na emanet.