Dokunulunca anladık ki Azerbaycan için meğer ne kadar da tazeymiş Dağlık Karabağ yarası…

Ve ne kadar haykırışla doluymuş meğer yıllardır sabırlı gördüğümüz o sessizlik…

“Kardeş” acısını derinden hisseden Türkiye’de, gösterdiği tepkiyle bu hakikati bütün dünyaya haykırdı ve haykırmaya devam ediyor…

Bir Ermeni “Megalo İdea (Megali İdea)” öngörüsüzlüğünün, açgözlülüğünün hatta acımasızlığının adeta bir neşter darbesiyle deştiği o yara aynı yara; küllenmiş zannedilen yaranın sahibinden, dokununca canı yananın tepkisinden bunu anlamak zor değil…

Evet, yara aynı yara ama yaranın sahibi açısından değişen çok şey var belli ki…

Bunu, her zaman yaptığı şeyi bir kez daha yapıp hiçbir şey olmamış gibi ve üstelik hamilerinin de alkışları arasında, yapılanı örtbas edebileceğini zanneden ama beklemediği bir şekilde adeta bir “yıldırım çapması” yaşayan Ermenistan’ın tepkilerinden de anlamak mümkün…

Bugünlerde ciddi bir durumla karşı karşıyayız; süper güçlerin “süper korku”ları cihetinden…

En büyük servete sahip olanların en derin ve en büyük korkuların da sahibi olduğu gerçeği, bir kez daha kasıp kavuruyor etrafı ve elbette etrafımızı…

Bunu, sadece sahada çok daha telaşlı bir şekilde etrafa saldıran “piyon” örgütlerin değil, oldukça uzun bir zamandan beri kendi gücüne güvenemediği için sürekli büyük devletlere “çomar”lık yapan Yunanistan, Ermenistan, BAE gibi ülkelerin tavırları da çok net olarak ortaya koyuyor…

Bugün sahada gördüğümüz küçücük devletlerin ya da örgütlerin, “boylarından büyük” işlere kalkışmasının başkaca bir izahı yoktur; değişen bazı stratejiler dışında…

Benim açımdan konuyu açık ve net olarak ortaya koyan ve yaşadıklarımızın arkasındaki gerçeği izah eden şey, tarihten de çok fazlaca örneklendirebileceğim ve neredeyse hiç değişmeyen büyüklerin, küçük gördüklerine dair “Ya bir gün karşımıza dikilirlerse” korkusudur…

En ilkelden en modern insana kadar hiç değişmeyen bu gerçek, acaba Prof. Dr. Sefa Saygılı’nın; “Evrimin Tutarsızlığı” kitabında sorduğu, “Beyin evrimleşti mi?” sorusu ile de yakından ilgili olsa gerek…

Demek ki, zenginin malı züğürdün sadece çenesini değil onurunu, şerefini, hasiyetini ve daha nice ulvi değerini de yoruyor; bin yıllardır…

Bu ülkelerin hali aslında biraz da acınacak bir fakirlik kompleksi; Romalı şair Ovidius, “Fakir çobandır sürüsünü sayan” derken, acaba bu kifayetsizleri mi kastediyordu, diye düşünmeden edemiyor insan…

Sürekli bir “sayma” halinde olan bu her yönden fakirler, ister sağdan ister soldan say asla değişmeyen konum ve imkânlarıyla büyük devletler için çok verimli bir “olta yemi” işlevi görüyorlar…

Burada ki “fakirlik” maddi olanı anlatmaz; “İnsan sadece madden fakir olur” diye bir indirgeme yoktur çünkü gözünüz neye aç ise onun fakirisinizdir…

Ama artık sadece gönlü değil imkânları da zenginleşen ve bu coğrafyanın yüzlerce yıldır gerçek sahibi olanlar, ciddi bir “diriliş” yaşıyorlar…

Bir kardeş ayağa kalkınca diğerinin yerde kalmasına müsaade eder mi?

Elbette Azerbaycan’ın yıllar içinde elde ettiği ilerleme son derece önemlidir; lakin kardeş desteği tartışmasızdır; saldıranların dayanışması bunu kaçınılmaz yapıyor…

Kardeş dayanışmasının beslediği bir duruş karşısında Ermenistan’ın “şok” hali yaşaması bizim için şaşırtıcı değildir…

Şaşıranlar çağı kaçırmış ve karşılarına aldıklarının artık nelere sahip olduğu gerçeğini takip etmekten bile aciz olan kifayetsiz muhterisler olduğu da gün gibi aşikâr hale gelmiştir…

Bu savaş Ermenistan için bir kriz gibi görünürken Azerbaycan’a da bir fırsat sunmuştur…

Otuz yıldır kanayan bu yara, artık iyileşme umudu taşıyor…

O halde yara iyileştirilmeli ve iş bir daha ne zaman geleceği belli olmayan başka bir fırsata devredilmemelidir…

“Rus etkisiyle körleşti” denen millet ruhunun ne kadar “akkor” olduğunu gösteren kardeşlerimiz, bu hesabı artık bir daha açılmamak üzere kapatacaklardır; Allah’ın izniyle…