Mağduriyetten istifa edenlerde; onur, namus, vicdan yoktur. Faydacı kişilik, kendi mutluluğu uğruna insanlıktan çıkmayı göze alacak kadar cahilleşmiştir.

Manevi cephedeki boşluk; kişiyi tutarsızlığa, sevgisizliğe sevk eder. “Kalbin sevgisine önem vermeyip, maddi menfaat tohumu ektiniz. Bugün biçebildiğiniz ürün, namussuzluk ile rezaletten başka bir şey midir?” diye soruyor Hüseyin Rahmi Gürpınar. İnsana ahlaksızlığı tercih ettiren eden şey; şüphesiz açgözlülüğü, doyumsuzluğu yani rezilliğidir.

Önce Edep, hayâ, büyüğe hürmet ve saygı ortadan kalktı sonra ahlaksızlığın her türlüsü yaygınlaştı. En acısı da, insan olan yanlarımızın kaybıyla elde ettiklerimize övünme!

Nerede şartlar kötüleşirse oraya koşuyor fırsat avcıları. Müslüman kardeşinin elinden tutmaya değil, çelme takarak daha hızlı düşüşüne hizmet eden zihin pazarı kurulmakta.

Yardım edersem, tembelliği onaylamış olurum diyen sistem köleleri, ekonomik istikrar budur diyerek ahlaki yapıyı çökertenler, bir gün aynı kuyuya düşeceklerini biliyor mu acaba. Başkalarının sırtından geçinme, rüşvet, kredi gibi insanı uyuşturan, hazırcı kılan –üretimi değil, tüketime odaklandıran sistem; yoksulu, ihtiyacı olanı ezmeyi prensip edinmiştir.

“Zulüm, insanın bilerek, isteyerek başkasının ruh ve bedenine acı yapmasıdır. Merhametsiz kalplerde gelişir. Kaynağı ise hırs, haset, kin ve menfaat duygusu gibi bütün hayvani ihtiraslardır.’’ demiş Nurettin Topçu.

Modern yapı, sekülerizm bizi Ahlaksız insanların vicdanlarından medet umar hale getirdi.

Fırsatçıların rezilliğine boyun eğiş, onları beslemek demektir!

Çocukken bir dağ köyünde kalmıştım. Mutluluk notası gibi akmıştı günler Sabahları kuzine fırınında pişmiş ekmek kokusuyla uyanmak, meyve ağaçlarına çıkmak, asma dallarında sallanmak ve tepeye çıkıp ses yankısı oyunu oynamak, akşamları da papatya taçlarıyla eve dönmek; bunların hepsi çocukluğumun en tatlı anısıydı bana, Son gün hava yağmurlu olunca evde kalmıştık. Beş kız kardeşin büyüğü, “Bu köyün soğuk bir hikâyesi var duydun mu” diye sordu. Hayır deyince anlattı.

“Köyde iki çocuklu bir kadın hasta olunca yakınları tedavi olması için, İstanbul’da bir hastaneye yatırırlar. Hasta bakıcı adam, bazı öğünler dışarıdan yemek getirtir kadına. İki ay sonra kadın iyileşmeye başladığında adam yanına gelerek, yediğin yemekleri ben kendi paramla aldım, her şeyin bir bedeli var diye ahlaksız bir teklifte bulunur. Bu tatsızlığı koğuştaki arkadaşına anlattıktan sonra kadın, intihar eder. Hastalık değil, fırsatçı adamın zevke düşkünlüğü öldürmüş kadını.” Çocuk kalbim, o soğuk hikâyeyi hiç unutmadı…

Yaptığı iyiliğin ve yardımın karşılığında, cinsel tatmin bekleyen fırsatçılar, toplumun ahlaki yapısını bozmakta. Zevki ya da kendi ideolojik yapısını aşılamak için, ihtiyacı olan birini kullanan menfaatçilerde ne utanma vardır ne de Allah korkusu!

İmanda eksiklik olunca, ahlakta bozulma olur. Ahlak olmayınca adalette olmaz!

Birinin o andaki olumsuz hayat düzenini, diğerinin kişisel menfaati için av olarak görmesi, evet bu çarkın dişleri, acizlerin silahı! Oradaki hayata, tutunuşa, çırpınışına, akbaba misali üşüşülmesi edepsizlikten başka bir şey değildir.

Hem insani duruş, hem de dini yaşamdan dem vurup, diğer yandan kan emicilik yapıp, can yakanlar yani fırsatçılar; dünün ve bugünün çıkmaz sokağıdır.

İlk defa şehre yolu düşenlerin garda, bankada, emlakçıda tek bir hikâyeleri vardır. Ekmek uzatan ele inanıp, eldeki parayı teslim ederek dolandırılma. Şehir avcılarına, yem olmayan neredeyse yok gibidir. Sonrası çaresizlikten, ahlaki ilkelerden ödün verdim diye hayıflananların da fırsatçı çetesine dâhil oluşunu, içteki kötülük limanına demirleniş diyebilir miyiz?

Yıllar sonra yol iz bilmeyenler de iş sahibi oldu. Çok şey değişti ama bir şey aynı kaldı. Güç uğruna güçsüzü ezme.

Karnı doyan, iyiliğin elinden tutmaz oldu.

Dünün Anadolu insanı, iki üç kuşak sonra bugünün Modern ve soylu yüzü oldu. Ama yine bir şey aynı kaldı: Sömürülmek. Sistemin ezişi göze batmıyor, feryat ettirmiyor. Üst seviyede konforu elde etme uğruna kredi kartlarıyla bankalara borçlanmak için yarışılıyor adeta.

Modernizm serüvenine kapılıp, aşk var aramızda iki beden artık helaldir fırsatçılığına gidilmesi de ahlaksızlığın dehşet saçan bir başka boyutu. Aşkı kullanma rezaleti, değer yargılarının yok olmasına neden oldu.

Arada resmi ve dini nikâh olmadan yaşanan birliktelik, zinadır.

Bu rahatlık sokağı, evlilik dışı çocukların dünyaya gelmesiyle sorunlu bir nesle çıkar. Batı zevk odaklı yaşadığı için, çıkarcılığı hedefler. Ve biz hala batının görünüşte güzel, incelendiğinde kof olan ışıltılı yüzü için, ahlaki çürümeye izin veriyoruz. Kendi kültürümüzü küçümseyerek, Batı’nın ilkesizlik duvarının altında kalmak için çırpınıyoruz.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor şair Orhan Veli Kanık: “Bir yer var, biliyorum/Her şeyi söylemek mümkün/ Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum / Anlatamıyorum.” Kalbinize emanetsiniz.