Aidiyeti hangi gruba ait olursa olsun mümin için hakikat arayışı elan ve her dem devam eder. Kuran mahfuz bir Mushaf niteliği ile Allah’ın himayesiyle korunduğu için tek harfi bile değişmediği halde elimizdedir. İçtikçe susuzluğu artıran ama bir yandan da ab-ı hayat ilham eden sayfalarında seyr-ü sefer etmek, bizim için bulunmaz bir hazinedir. Muhkemleri ile meşgul olup müteşâbihâtını (anlamı herkese açık olmayan ayetlerini) ehline havale edip nasibimizi ararız onda. O, her salike gücü nispetinde su verir.

Nebinin irtihaliyle başlayan hadisler ile ilgili tartışmalar, izleyen asırlarda yapılan kritikler ile Allah resulüne aidiyetlerine odaklanmış ve hakikatinde O’nun nefesini taşıyanlar ile taşımayanlar arasında bir ayıklama süreci, ehli tarafından kutsî bir rikkatle yerine getirilmiştir. Bu ayıklama süreci kimilerine göre sona ermiş kimilerine göre ise devam etmektedir. Hadislerin, dini paradigmaların inşasındaki ağırlığı temelde bir usul farklılığıdır.

Hadis anlayışları hakkında daha problemli ve müzmin bir sorunumuz bulunmaktadır. Öyle ki kimi kardeşlerimize göre Kuran’ın inzal süreci tamamlanmış olsa da hadislerin inzal/ilham süreci devam etmektedir. Dün olduğu gibi bugün de rüyasında hatta uyanıkken Hz. Peygamber’den hadis aldığını, O’nun ile konuşup halleştiğini söyleyenlerin mevcudiyeti, Hakk’ın hakikati ile aramıza bir sis perdesi çekmektedir.

Başka sebepleri de bulunmakla birlikte gerek Kuran’ın tefsiri ve tevilindeki farklılıklardan, gerekse hadisler hususundaki ifrat ve tefrite kaçan marjinal yaklaşımlardan dolayı çok çeşitli dinî yorumlar ortaya çıkabilmektedir.

Bu bağlamda ‘hangi din’ sorusuna dair bir kaç sual edelim:

“Öyle bir denize daldık ki nebiler bile kıyıda kaldı diyerek gnostik bir kopuşu imleyen mistiklerin dini mi?”

“Söylenmesi gereken her şey söylenmiştir, söylenecek her yeni bidattir, zihniyetini din edinerek tarihin akışını gayr-ı tabii bir devirde donduran neo-selefilerin dini mi?”

“Hakikati kendi umdelerinde temellük ederek yegane kurtuluş yolcusu olarak kendilerini gören; bu yüzden de öteki adına ne varsa hepsini birden tekfir ederek katlini mübah hatta vacip sayan modern selefî/çağdaş haricilerin dini mi?”

“Allah resulünün her beşer gibi vefa ile vefat ettiğine Kuran ayetleri ve Hz. Ebubekir gibi öncülerin delaletine rağmen inanmak istemeyip onu miting ve toplantılarındaki niceliksel eksiklikleri gidermek, niteliksel boşlukları doldurmak için diriltenlerin dini mi?”

“Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır, aforizmasıyla bir şeyhten el almayan herkese acıyarak bakan cennet ceptecilerin dini mi?”

Sayfa kifayet etse listeler coşar.

İşte bu yüzden Din-i İslam bugün her zamankinden daha fazla sade sunumlara ve şeffaf yapılara ihtiyaç duymaktadır. “Ehl-i sünnet ve’l cemaat”in ‘cemaat’ini oluşturan mezhep, tarikat, cemaat, parti vb. her tür hizip; tüm farklılıklarına rağmen birbirlerine karşı engin muhabbet ve kardeşliği, ümmet bilincini önemsemeli ve öncelemelidir. Ehl-i kıbleyi kucaklamayı başarabilmelidir.

“Muhammed Allah’ın resulüdür. Onunla birlikte olanlar, inkarcılara karşı çetin birbirlerine karşı merhametlidirler…”  mealindeki ayetler inananları birbirine bilâ istisna raptederken bizi, bugün karındaşlıktan daha yakın olan kardeşlerimize karşı sevgisizleştiren hangi cahilî dürtüdür?

Ümmet bilincini benimsemeyenler ve kardeşlerine karşı farz kılınmış olan hoşgörüyü içselleştirmekte cimrilik edenler hangi dindendir?

Halimiz nebice olamasa da

Kalimiz O’na öykünsün sonunda.

Allah’ım bize senin sevgini ve seni sevenin sevgisini nasip et!

Baki selam…