İç ve dış siyasetin bu kadar yoğun ve hızlı cereyan ettiği bir ortamda, gündem dışı ve fakat gündemle ilgili beni yazmaya iten sebep, geceleyin İstanbul’u, Sultanahmet, Ayasofya, Beşiktaş Stadyumu ve boğazı, Üsküdar’dan seyrederken, ‘şehir’ ve ‘şehir’lerimiz üzerinden bir düşünce yolculuğuna çıkmış olmam.
Geceleyin boğazı seyrederken, İstanbulumuz’un kalbine saplanmış bir kazık gibi duran gökdelenlerin yapımına, kökten ‘dinci’/’İslamcı’ diye nitelendirilen geçmişte dostluğumuz olan bir kısım simaların bulaşmış olmasının hüznü içinde, tasavvurdan tahayyüle bir ‘şehir düşüncesi’ yolculuğuna çıktım.
Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyan oğlum Muhammed Benna, diploma projesi olarak, Hacı bayram-ı Veli hazretlerinin,
”Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde
Bakıcak dîdâr görinür ol şârın kenâresinde…” şiirini
‘Madde ve mana’ arasındaki ilişkiyi anlatan çalışmasının konusu olarak seçmişti…
Malum hemen hemen bütün sanat fakültelerinde olduğu gibi Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nde, ‘Sosyal demokrat’ etiketi altında çöreklenmiş ideolojik zihniyetin bunu anlama şansı yoktu. Tıpkı bu zihniyetin muadil paradoksu ”İslamcı” zihniyet gibi.
Özel olarak bu ülkede türetilen taklitçi ve takkiyeci, ”Solcular ve İslamcılar”, bu ülkenin tezekkür/tefekkür/tahayyül ve sanat körlüğünün, kısırlığının kördüğümüdürler.
Dünyaya hâkim modern firavun sisteminin hamallığını yapan bilim ve teknolojinin sihri ile İslam coğrafyası simule edilince, şehirlerimizin ruhu mesabesinde olan Ulema/Evliya (Eşraf) yerine sığır çobanları (iş adamları) ikame edildi…
İnsanımız ve Şehirlerimizdeki ‘Dünyevileşme’ bu ‘Eşraf’ değişimi sonucunda gerçekleşti.
Yesrip’den ”Çalabım bir şâr yaratmış iki cihân âresinde..” Muhammedi anlayışla Tevarüs eden ”Medine”mizin, İslam coğrafyası üzerindeki çocukları olan şehirlerimizin değişim ve dönüşümün hikayesini iyi kıraat etmemiz/okumamız lazım.
”Kıraat” etmenin bu gün anlaşılan manada ‘Okumadan” ibaret olmadığını da bilmemiz lazım.
‘Kıraat’, ‘Hane’ si olan bir okuma şeklidir.
Bu dünyevileşme sürecinde, kumarhanelere dönüştürülen Kıraathanelerimizin neşet ettiği kaynağı iyi anlamamız lazım.
Hacı Bayramı Veli hazretlerinin, Yesribi Medine kılan Muhammedi (SAV) anlayışı terennüm eden şiirinde, ‘ŞAR’ şehirdir. İki cihan (Ruh ve beden) arasında tahayyül edilen Şehir ‘Kalb’ e tekabul eder.
Kenarından bakılınca İstanbul’a, didar’ı/çehresi gözüken bu iki cihan (ruh ve beden) arasındaki kalb’in tekrar kan (ilim irfan ve sanatı) alış-verişini yapması gerekir.
Bizim Şehirlerimizin her birisi, bir ilahi sıfat/vasf üzerinden tezahür etmiştir.
Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere, Kuds-i Şerif gibi…
Kudüs’ümüzün Milletimiz için ‘şeref’ olması bundandır.
“Devlet-i Âl-i Osman’da olan arz-ı mukaddese şehirleri esmâlarında âb-u tâb ve şân vardır” Diyen Evliyâ Çelebi, şehirlerimizi vasıflarıyla anlatır.
İstanbul’a futuhatla/fetihle/Fatih ile ‘Medine-i Münevvere’nin” nurunu taşıyan, Kayseri’yi ‘İlmu’l Kur’a’ kılan anlayış, ”The Cemaat’ lar değil, Molla Fenari, Davut El Kayseri, Saderddin-i Konevi ve İbn-i Arabi gibi muhakkikler köprüsüdür.
Şehir, şu sıfatını kaybetmiş olan ne The İstanbul ve nede The Kayseri’dir vesselam…