“Cemile, dikine doğru konuşan, aklına geleni söyleyen ve çok güzel bir kızdır.
Bir gün, tramvayda parayı öderken, para üstünü alamaz ve ağzına geleni söylemeye başlar. O sırada orada bulunan Tahsin Bey, elli yaşında, kibar kılıklı, duruma el koyarak paranın üstünü Cemile’ye verir ve Cemile ile tanışır. Tahsin Bey, çok zengin bir adamdır. Cemile’nin evine ertesi gün balo biletleri gönderir. Balo Beşiktaş İskele Gazinosu’nda olacaktır. Cemile’nin ablası Şahende, uzun boylu, sarışın, yüzünün derisi cigara kâğıdı kadar ince ve beyaz, boynunun mavi damarları görünen zayıf ve sinirli bir kadındır. Baloya oğlu Altay’ı da götürmeyi düşünür. Altay, yedi aylık, emzikli, kundakta bir çocuktur…”
“Cemile Tahsin Beyin dediği gibi Taksim’de şöyle dayalı döşeli bir apartmanda metreslik hayatı yaşayacak olursa annesinin yüreğine inecekti…”
Peyami Safa’nın ‘Cumbadan Rumbaya’ romanı, batıya zengin adam, doğuya fakir kız rolünün oynatıldığı dönemde yazılmıştır.
Daha sonraki aşaması, ‘Vurun Kahpeye’ senaryolarıdır…
Cumbayı biliyorsunuz, o eski evlerin pencerelerdeki kafesli çıkıntısıdır.
Rumba, Küba’dan Amerika’ya yayılan bir danstır…
“Rupa” ise literatürde, rahmetli Aytunç Altındal’ın kızının babasından aktardığına göre, “programlanabilen madde” (program mable matter) olarak geçiyormuş…
Yoğunluğuna ve karışım şekline bağlı olarak karşısında duran insan neler düşünüyorsa, o düşüncelerin şeklini alıyormuş. Örnek olarak da, Transformers filmini göstermekte…
Yani anlayacağınız, ‘şeyh’ gibi mistik bir madde.
Bu madde ile yapılmış, odanıza asacağınız bir tablo ile muhataplarınızın kafalarından geçirdikleri düşünceleri okuyabilirsiniz…
Ee peki ‘Kudüs’ nereden çıktı derseniz, benim ‘Rupa’ ile yapılmış bir tablonun karşısında durduğumda aldığı şekil…
O da, benim düşünce dünyamın, medeniyet hicretimiz gerçekleşinceye kadar kıblesinin ‘Kudüs’ olmasından kaynaklanıyor vesselam…