Bilim adamı Marshall McLuhan iletişim sayesinde dünyanın bir küresel köy haline geleceğini 1968 yılında söyledi. 1980 yılında ölen McLuhan 21. yüzyılı görseydi geldiğimiz noktayı acaba nasıl tanımlardı?

“Dijitalleşecek, her şey dijitalleşecek” diyor, konunun uzmanları. Bu gidişat hepimizi yakından ilgilendiriyor.

Bilgi iletişim teknolojilerinin dijitalleşmesi sonucunda bırakın küresel köyü, dünya bir küresel tablet haline geldi. Artık cep telefonuyla dünyanın bilgisini elimizde taşıyoruz. Bütün dünyanın bilgisini avuçlarımızda taşıyoruz.

Birçok meslek, iş, kurum hızlı bir şekilde hayatımızdan çekiliyor. Yeni duruma ayak uyduranlar yeni halleriyle ayakta kalıyorlar. İşlerin geleneği kalmayınca yeni intibak ettiğimiz durumun da ne kadar süreceğini bilemeyeceğiz. O yüzden her an tetikte olmalıyız. Hızlı değişim ve belirsizlik büyük bir kaosu da beraberinde getiriyor.

Teknolojinin getirdiği bu yenilikler karşısında şaşkın durumdayız. Çünkü dijitalleşme yaşadığımız dünyayı sarstı. Geleneksel dünyamız Bağdat halısı gibi altımızdan kayıp gidiyor. Gerçi yaşadığımız günlerde sadece halısı değil kendisi de elden gidiyor ya!

Dijitalleşme dünyayı küçültürken var olan bütün kurumların değişimini de beraberinde getirdi. Sosyal, siyasal, ekonomik hayatta çok hızlı dönüşümler yaşıyoruz.

Bilginin çokluğu karşısında durumumuzu şuna benziyor: Elimizde oltayla okyanusta balık avlıyoruz. Oltamızın ucuna balina gelebileceği gibi hamsi de gelebilir. Balina yakaladım diye sevinirken kendini balığın karnında bulmak da var. Yani internette her şey var diye seviniyoruz, bilgiye kolay ulaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz, ancak ne yapacağımızı bilmiyorsak okyanusta kaybolup köpek balıklarına yem olacağımızı unutmayalım.

Hayatımızdaki bu hızlı değişimleri anlamlandırmak için bilim adamlarının çok hızlı çalışmalarına ihtiyaç var. İçinde yaşadığımız durumu eğer iyi okuyamazsak kayıplarımızın telafisi çok zor olacaktır. Değişim o kadar büyük ki bunu sadece hipotezlerle, tezlerle açıklamak imkânsız. Disiplinler arası bir enstitü çalışması yapılmalı.

Bu enstitüde fen bilimlerinden, sosyal bilimlere kadar birçok bilim insanının bir masa etrafından uzun soluklu çalışması şart. Geldiğimiz noktayı sadece teknoloji perspektifinden izah etmeye çalışmak sadece işin temelini konuşmaktır. Teknolojinin getirdiği yenilikler hayra kullanılırsa daha adaletli bir dünyada yaşayabiliriz. Bu noktada sadece mühendislere değil, felsefecilere, sosyologlara, psikologlara, ilahiyatçılara da büyük sorumluluklar düşüyor.

Dijitalleşme ve sonuçları konusunda dünyanın farklı yerlerinde bağımsız çalışmalar var. Dijitalleşmenin getirdiği bilginin dolaşımında zaman ve mekân kavramının ortadan kalkması bu çalışmaların uluslararası olmasını kolaylaştırıyor. Dünyanın farklı yerlerinde yapılan çalışmalar bir ortak zeminde insanlık hayrına değerlendirilebilir.

Son yıllarda üniversitelerimizin sayısı hızla arttı. Sanıyorum 180’den fazla üniversitemiz var. Ankara ve İstanbul’da bulunan bir üniversite bir dijitalleşme enstitüsü kursa iyi olmaz mı? Ancak enstitü göstermelik bir faaliyet olmamalı; mekânıyla,  imkânıyla elamanıyla çok ciddi bir yatırım olarak düşünülmeli. Eğer bunu üniversiteler başaramaz diye düşünürsek devletin böyle bir kurum kurmasında fayda vardır…