Stokçuluk…

Bunca denetime, baskına, yaptırıma rağmen birileri hâlâ kervanını yürütüyorsa vatandaş/tüketici hâlâ ürüne ulaşmakta zorluk yaşıyorsa burada bir sıkıntı var demektir.

Ticaret Bakanı Ömer Bolat’ın basına yansıyan açıklamalarını hayretle okudum. Ömer Bolat, uyguladıkları denetimlerin stokçuları ürküttüğünü söylüyor. Ya sahadaki durum! Piyasa gerçekleri?..

Örneğin limon. Piyasa değerini bulmadığı için alıcısı çıkmadığı için limonlar ağaçlarda çürümeye bırakıldı. Gelecekte neler olacağını iyi planlamış simsarlar devreye girdi ve alabildikleri kadar limonu ölü fiyatlarla piyasadan toplayıp Nevşehir ve Mersin’deki depolara kaldırdı.

Ya sonrası?

Yol kenarlarına atılmış vaziyette limon yığınları fotoğrafı servis edildi. Bahçede çürümüş limonlar, sosyal medya mecraları tarafından hızla işlendi.

Bu kötü niyetli insanlar, hem limon tekeli kurarak servetlerine servet kattılar hem de istedikleri algıyı yapmış oldular. Nedir o algı? Hükûmet tüketiciyi koruyamıyor! Çiftçi sahipsiz! Otorite yoktur algısı…

Başarılı oldular mı dersiniz?

Bence oldular. Bunu sokaktan anlayabiliyoruz; pazarlardan, seçim sonuçlarından, enflasyon canavarından… Kısacası tüketici tepkisi hayli fazla…

Bahçede üç liraya alıcısı çıkmayan limon, semt pazarlarında 80 lirayı, marketlerde ise 100 lirayı bulmuş durumda.

Kimse kusura bakmasın. Gıda, tarım ve ticaret politikalarınızı öyle bir uygulamalısınız ki kimse devlete ve o devletin bireylerine parmak sallayamasın.

Eskiler ne güzel söylemiş, “Aş taştı mı kepçenin pahası sorulmaz.” diye. Durum aynen böyle..

Aş taşmasın diye devlet tencereyi kontrol altında tutmalı, elindeki kepçeyle tencereyi sürekli ve istikrarlı bir şekilde karıştırmalı, kıvamına özen göstermeli ki ortaya çıkan yemek lezzetli olsun, vatandaş tarafından afiyetle ve huzurla tüketilebilsin!

Kimse kimseyi kandırmasın. Günübirlik politikalarla biz bu işin üstesinden gelemeyiz. Radikal çözümler gerekiyor; köklü uygulamalar lazım, kalıcı tedbirler bize nefes aldıracaktır.

Sayın Bolat, “Ağustos’ta limon fiyatı normale döner.” diyor. Doğrudur. Döner dönmesine de vatandaş yediği kazıkla kalır.

Yani demem o ki “Kurt kışı geçirir ama yediği ayazı unutmaz.”.

Bizimkisi aynen o hesap!

Afganlar gitse hayvancılık biter mi?

Üretimde eleman açığı bulunduğunu hepimiz biliyoruz. Özellikle gıda ve tarım üretiminde ciddi eleman ihtiyacı var. Hele yetişmiş eleman bulmak imkânsıza yakın! Buna rağmen üretici, boşta olan, çalışmak isteyen kim varsa tarlaya/bahçeye götürmeyi kâr sayıyor.

Neden?

Yeter ki ürün bahçede kalmasın, sebze toprakta, meyve dalında çürümesin.. Koca bir yılın emeği boşa gitmesin diye.

Gelin görün ki eleman bulunamıyor. Bir ülke düşünün, resmi verilere göre her 100 kişiden 12 kişi işsiz olsun. Diğer tarafta insanlar bağda bahçede çalıştıracak yevmiyeci bulamasın. Böyle günleri yaşıyoruz.

Bu merkezde en çarpıcı açıklama Ticaret Bakanı Ömer Bolat’tan geldi. Sayın Bolat’a göre 25 bin Afgan'ın gitmesi durumunda Türkiye’de tarım ve hayvancılık bitecek!

Vay bu ülkenin hâline!

Ya Afganlar gelmeseydi? Şimdi Türk tarımının yerinde yeller mi esiyordu yani!

Şu soruya samimiyetle cevap aramamız gerekiyor…

Bizim gençlerimiz ne yapıyor, bizim gençlerimiz nereye yönlendirildi, nelere özendiriliyor?

Kahveler, iddia mekânları, loto-toto bayileri, ganyan mekânları, kafeler, AVM’ler işsiz gençlerle dolu… Ya magazin tasallutu?...

Ama merada çalışan Afganlar, tarlalarda Suriyeliler, evlerde Özbekler ve Türkmenler işi üstlenmiş durumdalar.

Çalışan kesimimiz ise “beyaz yaka”, “mavi yaka” diye renklerin büyüsüne kapılmış gidiyor. Masa başı, memurluk, ofis ortamından başka kimse iş beğenmiyor.

Tarım can çekişiyor, hayvancılık yorganın dört ucunu suya bırakmış durumda, zanaat deseniz hak getire…

Güzel ülkemin güzel insanları, gençler!

Çalışın, alın terinizle gurur duyun, geleceğinize sahip çıkın!