15 Temmuz gecesi büyük bir belayı ülkemizin kahraman evlatlarının dik duruşu vesilesiyle başımızdan savmayı başardık. Yıllardır bu ülkenin kılcal damarlarına kadar sızmış olan FETÖ’nün askeri kanadının gerçekleştirdiği hain kalkışma ayın zamanda kendi boyunlarına doladıkları yağlı bir ilmeğe dönüşmüştür.
15 Temmuz’dan beri ülkenin tüm meydanları, caddeleri, sokakları nöbet için ayakta… (Mevzuya demokrasi nöbeti adı verilmiş olsa da meydanları dolduranların büyük çoğunluğunun mevzuyu ‘demokrasi nöbeti’ olarak görmediğine inanıyorum.)
Sokaklarda tankların, savaş uçaklarının ve helikopterlerin karşısında kazanılan savaşın Hak katında ve bu milletin gözünde ehemmiyeti tartışılmaz sanırım. Ama meydanlarda kazandığımız savaşları sosyal medyada, televizyonlarda, sinemada, daha da genel bir ifadeyle kültürel, basın ve teknoloji ortamlarında kaybetmek gibi kronik bir hastalığımız var.
15 Temmuz kalkışmasından bugüne kadar geçen sürede FETÖ elebaşı ile ilgili gözüme canlanan kareler; Reuters mikrofonlarına yaptığı açıklama, CNN’e verdiği röportaj vs… Biz FETÖ elebaşının ABD’den iadesin talep ediyoruz ama o normalde teröristlerin yapamayacağı kadar etkili bir şey olan basın gücünü, hem de Batı’nın en etkili medya kuruluşlarında görüntülü ve yazılı röportajlar yayınlayarak yapıyor. İşte bu noktalarda da ciddi önlemler almamız gerektiği kanaatindeyim.
Korktuğum şeylerden birisini daha söyleyeyim. Bu kargaşa ortamında bile FETÖ mensubu yönetmenler bu yaşananlar ile ilgili meselelere kendilerini aklayacak çerçeveden yaklaşan filmler çekip önümüze koyarlar, hatta ülkemizde bile vizyona sokarlarsa şaşırmayın.
Zaten Batı medyasının Türkiye’de bir diktatörlük varmış gibi haberler yapmasına alışkınız. Lakin bırakın yüzde yüz haklı olmayı, başka ülkelerde olsa arka arkaya kınama sıralaması oluşturulacak kadar aşikar bir darbe girişimini bile “senaryo, tiyatro, Erdoğan’ın darbesi” gibi söylemlerle hafifletmeye ve hatta görmezden gelmeye çalışmaları Batı’nın Haçlı zihniyetinin yüzyıllar geçse de değişmeyeceğinin göstergesi olmuş oldu. Medeniyet dediğimiz tek dişi kalmış canavar maalesef o tek dişiyle kalbimizi kemirmeye ve canımızı yakmaya devam ediyor.
Peki, biz ne yapacağız/yapmalıyız?
Öncelikle vatanları, ezanları, imanları, evlatları uğruna şehit olmuş bütün kardeşlerimizin hikayelerini diri tutacağız. Hepsinin birer belgeseli, birer filmi olacak… Olacak diyorum çünkü aksini düşünmek bile istemiyorum. Yapamazsak yazık bize.
Adamların yapmadığı, yaşamadığı savaşları izlemeye devam mı edeceğiz sinemalarımızda? Uzaylılarla mücadelelerini gösterdikleri hayali senaryolarının karşısında bizim yürekler parçalayan acılarımızı koyacak yüreğimiz yok mu? Bu akşam sosyal medyada, yazıyı yazdığım sıralarda rahmetli Halil Kantarcı’nın ismini taşıyacak bir yetimhane için destek toplanıyor. Peki, Halil Kantarcı çocuklarımızın süper kahramanı olmayı da hak etmiyor mu?
Yazının başlığında darbe girişiminin artistik bakışı derken bunu kastettim. Arkalarında unutulmaz hikayeler bırakan bütün şehitlerimizin anılarını taçlandıralım. Bırakın sadece Türkiye’yi ABD’nin bütün sinemalarında vizyona girecek kadar arkasında duralım bu yiğitlerin… Kültür ve Turizm Bakanlığı her gün siyasi açıklamalar yapmayı bırakıp bu tarz çalışmalara eğilsin… Allah’ın izniyle güzel şeyler olacaktır.
Rabbim tüm şehitlerimize Resulullah (s.a.v.) ile birlikte haşrolunmayı nasip eylesin. Ailelerine bu gururu yüreklerinde ömrü boyu hissettirsin! Gazi olanlardan hem bu dünyada hem ahirette razı olsun inşallah… Bu haftanın sinema sayfası da böyle oluversin.