Çiftlik Bank dolandırıcısı diye biri girdi hayatımıza. Binlerce insanın milyonlarca parasını çarptı gitti kurnaz. Yarın akıbeti ne olur zamanla göreceğiz. Şimdi ise onun benzerlerine peşinen müdahale ediliyor derken yakında kanunlar çıkar, yönetmelikler değişir bir daha aynı tezgah kurulamaz.
Çözüldü sayalım mı peki bu meseleyi? Tabi ki hayır! Bir süre sonra başka biri gelecek yeni bir yöntemle farklı bir tezgah kuracak ve yine insanları dolandıracak. Sonra onun da peşine düşülecek, bu yeni tezgaha göre de yeni kanunlar yeni yönetmelikler yazılacak. Sonra yine aradan bir zaman geçecek başka birileri daha gelecek yine kanunlarda yazmayan başka bir tezgah kurup o da insanları dolandıracak. Bu tezgah 1850’den beri böyle sürüyor. Emin olun böyle sürüp gidecek. Kanunla, polisle, yönetmelikle önüne geçilemedi geçilemeyecek de.
Ben size derdin asıl kaynağını yazayım.
Siyasetçiler kalabalıkları masum çıkartmayı severler çünkü kalabalıklar tarafından onaylanmaya muhtaçtırlar. O sebeple siyasetçiler mağdurları tartışmaya açamazlar. Medya’da aynı şekilde tiraj ve reytinge muhtaç olduğu için kalabalıkların gönlünü hoş tutma adına çoğunluğu kayıtsız şartsız haklı göstermeye mecburdur. Öte yandan böyle durumlarda mağdurları tartışmaya açmak çarpıtılmaya müsait tehlikeli bir hareket olur çünkü birinin canını sıkarsanız “sen dolandırıcıyı savunuyorsun” diye karşılık verir işin içinden çıkamazsınız. Artık bundan sonra yazılanlara insanlar kızabilirler ama yazmak zorundayız.
Çiftlik Bank tezgahı saflığımızı, iyi niyetimizi falan kullanmıyor ahlaksızlığımızı kullanıyor. Çiftlik Bank, korkutarak, kandırarak para gasp etmedi. Bu adam beni saf kalbimden falan vurmadı kimse numara yapmasın. Adam geldi beni hırslarımdan, kural tanımayan etiği olmayan hayat anlayışımdan vurdu.
Bu sistemler dolandırırken bizi kapitalizmin sürüklediği pozisyonda yakalayıp kazıklıyorlar. Emek vermeden servet edinme hırsı, üretmeden kazanç elde etme kurnazlığı, hiçkimseye fayda sağlamadan para kazanma ahlaksızlığı gibi yaralarımızdan vurulduk.
“Bana bir miktar para ver, git 6 arkadaşını daha getir yani dostlarını da birlikte kazıklayalım onlar da bana para versin sonra ben de sana para vereyim” diyen bir adam var. Bir Allah’ın kulu da dememiş ki; “arkadaş sen bana niye para vereceksin, ben bir şey üretmedin ki, ben emek vermedim ki, ben ortaya bir hizmet koymadım ki ne olacak da ben bu parayı hak etmiş olacağım”
Savunma şu mu;
“Kredi çektim bankadan” ya da “Emeklilik tazminatımı yatırdım”
Ne anlamı var bunların? Bu seni haklı mı yapıyor? Emeksiz, zahmetsiz, üretimsiz, hizmetsiz gelecek parayı sana helal mi yapıyor yani?
Kapitalizm, halkları emeksiz kazancı makul sayan para ahlaksızı yaptığı için, ne dolandırıcılar, ne faiz zebanisi bankalar ne de kumarhaneler bitmeyecek.
Evlatlarımızı her türlü havadan para kazanma teklifine karşı “ben emeksiz kazancı haram sayarım” diyecek kadar onurlu ve karakterli yetişirsek dolandırıcılar çarpacak insan bulmazlar. Yoksa 1850’den beri insanları çarpıp paralarını gasp eden saadet zincirleri ve bankalar daha bizi çok çarparlar.
Batıda çok daha yaygın olan bu saadet zincirleri her seferinde Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olanların arkada bıraktıkları bulgurları topluyorlar aslında. Çünkü 2. Dünya savaşından sonra insanlık havadan para kazanmayı medeniyet ve ticaret olarak tarif etmeye başlamıştı. Utanması, korkması ve çekinmesi gereken haksızlıkları “Fırsat” olarak tarif etmeye başlamıştı. Artık bunun dönüşü yoktu ve milyarlarca insan sermaye piyasası putlarına tapıp acıktıkça yiyen korkutucu bir sürüye dönüşmüştü.
Biz kapitalizmin cehennemden çıkan kavramlarına inandık. “Bereket” yerine “daha çok” dedik, “helal” yerine “yasal” dedik, “israf” yerine “yaşam standardı” dedik ve en fenası da “hakkaniyet” yerine “denge” dedik. Pırıl pırıl yeni putlar bunlar. Hristiyan Roma PaganistRomayı yıktı diyorlar ya hani ne yıkması eski putları cilalayıp, kısmeti örtüp şans diye bir putu yutturmuşlar haberimiz yok. İşte bu Çiftlik Bank putperest kapitalizmin yol ettiği zihnimizden girip kazıklıyor bizi. Çiftlik Bank dediğimse gündemin geçici damlası, daha o yoldan borsalar giriyor, faizler giriyor, kur takasları giriyor, valorler, ters valorler giriyor, iddialar, milli piyangolar giriyor. Vakıf mallarına çökmeler, devlet teşvikleri, hibeler giriyor, faizle alınan arabalar evler giriyor. Sözün özü azizim kapitalizm yol etmiş zihnimizi giriyor darmadağın edip yağmalıyor biz de buna “iş bilmek” diyoruz.
Naciye teyzem Perşembe akşamı mukabeleyi kaçırmıyor ama, evinde kendi kırdığı televizyonu, “bu bozuldu” deyip garanti kapsamında hileyle bedavaya tamir ettiriyor. Dedim ki “kapı çaldı bak Lee KunHee adında Koreli bir adam geldi. ‘Naciye benden para çaldı’ onu almaya geldim” diyor. Hopladı tabi Naciye teyzem, “ne Koreli’si ne hırsızlığı” Gelmedi kapıya kimse elbette ama ama gelecek. Sen Müge Anlı’yı izlemeye devam et Teyzem o hileyle tamir ettirdiğin televizyonda. Elbet öleceksin ve Samsung’un sahibi olan adam gelecek ahirette “Benin bu kadında hakkım var” diyecek. Hadi bakalım o zaman o gün geldiğinde “ay kız sen nasıl da işini biliyorsun, çok uyanık kadınsın” diyen görümcen ne diyecek bakalım. Naciye teyzemin bir oğlu Çiftlik Bank kuruyor öbür oğlu altı arkadaşını da alıp geliyor. Sistem böyle dönüyor dostlar.
Kapitalizmin normalleştirdiği hatta övüp teşvik ettiği hırs bela oluyor başımıza. Bir masal yazacak olsaydım masalda altın yumurtlayan tavuk satan dolandırıcıyla dolandırılan saf köylüyü masalın sonunda Padişahın karşısına çıkartır ikisine aynı cezayı verdirtirdim. Vezir şöyle sorardı; “sultanım altın yumurtlayan tavuğu satan satansahtekara cezayı anladık ama kandırılan mağdur çiftçiye de aynı cezayı verdiniz bunu anlamadık, hikmeti ne ola ki”
Padişah cevap verir “Bak vezir, iki şey aklı örter, muhakeme ve muhasebeyi geriye atar. Biri şehvet diğeri hırs. Bir çiftçi tavuğun altın yumurtlamayacağını hesap edemeyecek kadar hırsına kapılıp aklını geriye attıysa bu hali tarlasında ki ekinler için de ocağında ki evlatlar için de tehlikelidir. Ona da cezayı bu sebeple verdim”
Biz bu dünyaya kanaat etmeye gelmiştik halbuki ama hırslarımıza kapılıp nefsimizden vuruluyorlar bizi.