Bir önceki yazımda çokça soru sormuştum. Bugün itibariyle bu sorularımın çoğunun cevap bulmuş olduğunu düşünüyorum. Üstelik bizi “niyet okuyucusu” pozisyonundan kurtaran ve beklemediğim netlikte bir açıklamayla. Şunu artık herkes açık olarak gördü ki Abdullah Gül, gerçekten de Erdoğan’ın karşısına bir aday olarak çıkmak istemiş.
Bakmayın siz topun Saadet Partisi’ne atılmasına. Siyasette bu kadar zaman geçirmiş hatta Cumhurbaşkanlığı yapmış bir ismin iradesini nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağını bilmeme ihtimaline bir fikir bağlanabilir mi? “Onlar istediler, bende kırmadım” demek, bir nezaket zemininde değerlendirilebilir mi? Bunlar asla normal koşullarında bulduğu/bulacağı anlamlarıyla değerlendirilerek cevaplandırılacak sorular değildir.
Erken seçim kararının elbette irili ufaklı sebepleri vardır. Fakat bu sebeplerin en önde olanının işte bu, Gül etrafında ve de AK Parti’ye içeriden bir hamleyi hedefleyen girişimdir. Bu girişimin inşasında, darmadağın ve bir araya gelme ihtimalleri “neredeyse imkânsız” muhalefet işin bir tarafında dururken, diğer tarafında da onlara olumlu sinyaller gönderen, umutlandıran Gül vardır.
Saadet saflarından bu sürece dâhil olmak ise işin doğası gereği idi. Çünkü bu yol hem AK Parti’deki Milli Görüş kökenli seçmene dönük olacaktı hem de Gül’ün siyasi çizgisini saptırmamış olacaktı. Yani bu süreçte CHP üzerinden dâhil olunacak bir adaylık, muhafazakâr seçmene anlatılamazdı. Amacın AK Parti’yi içerden bölmek üzerine olduğu, içeriden ve dışarıdan da pek çok desteği olan bu hamlenin, ciddi bir plan olduğu ve kafa yorulduğu belli. Fakat “neden başarısız oldu” derseniz onu da ifade edeyim. Tamda saha çalışmalarına başlayacakları sırada zamansız bir seçime yakalandılar.
Planlar 2019 göre işletiliyordu. Burada bir acele göstermeye gerek yoktu çünkü AK Parti’nin mutadı, seçimleri zamanında yapmak üzerineydi. Kaçırdıkları ise Erdoğan’ın doğal bir lider tavrıyla tereddütsüz bir hamle yapabileceği idi… Doğal liderleri farklı yapan şeylerden biride yıllarca yanlarında kalanları bile şaşırtacak hamleler yapabilmesidir; çok tanıdıklarını zannedenler bile “hiç tanımadıklarını” böylece anlamış olurlar, nitekim oldular.
Bu noktada AK Parti seçmeni çok net ve anlaşılabilir bir tepki verdi. Ekip içinde kaldığı sürece değer verdiği ama içeriden biri olarak liderine karşı hamle yapınca da tereddütsüz dışladığı başka isimler gibi Gül’ü de hoşgörüyle değil, hor görüyle karşıladı. Bu, AK Parti seçmeninin, saflarını sık tuttuğunu ve liderinin etrafında hâlâ çok sıkı kenetli olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli bir tepki ayrıca.
Konuya dışardan bakanların “soğukkanlı” tavrını, AK Parti seçmeninden beklemek elbette mümkün olamaz. Sadece seçim matematiğine indirgemek, duygulardan arınmış “kuru” bir yorumdur. Oysa yaşanan süreç, üzerine oynan bir zihniyetin kodlarından bağımsız anlaşılamaz.
Gelinen noktada kaybeden sadece Gül değildir. Çatısız kalan muhalefet için durum daha da karmaşık hale gelmiştir. Bu kısa zaman dilimi içerisinde “geniş mutabakat” sağlayabilecekleri bir “ortak aday” ihtimali neredeyse imkânsız. Öyle görünüyor ki her parti kendi adayıyla seçimlere gidecek. Bu tabloda meclisin aritmetiğini etkilemeye çalışmaktan başka ihtimalleri yok; orada da “başarı”lı olacaklarına inanmasam da…
Çatısız kalan muhalefet ile Gül’ün durumu sadece “kayıp” noktasında birleşiyor; bir farkla… Biri seçimlerden önce kaybetti, diğeri ise seçimleri bekliyor…