10 yaşında yerinde duramayan bir çocuk çöpten aldığı kırık sandık tahtalarından uçak yapmaya çalışıyor. Çiviler, ipler ve biraz yapıştırıcıdan başka hiçbir şeyi olmayan bu yaramaz çocuk, yaptığı uçağın uçabileceğini hayal ediyor. Bir duvarın kenarında başlıyor uçağı yapmaya. Bir ara tahtalardan biri uzun olduğu için duvarın kenarıyla yere çapraz koyup kırmak için ayağıyla bastırıyor. Tahta geriliyor ve kırılıyor ama kırışan parçalardan biri fırlayıp çocuğun gözüne saplanıyor. Acıdan çok korku hissediyor çocuk. Koşarak eve gidiyor, annesi görüp kızmasın diye gözünü saklamaya çalışıyor ancak annesi fark ediyor. Çocuğun, etrafı morarmaya başlamış, kandan seçilmeyen gözünü gören anne bir panikle hastaneye koşturuyor. Laf olsun diye “Acil” yazılmış bir yerde kimse ne çocuğun ne de annesinin gözünün yaşına bakmıyor. Bir süre sonra kendisini Zeus’un oğlu zanneden kibirli ve sinirli bir adam gelip önce çocuğun annesine ve sonra çocuğa fırça atıyor. “Bakamıyorsunuz, habire doğuruyorsunuz. Gözü gitmiş. Biriyle görmeye devam eder, iki gözü olsa ne değişecek sizin hayatınızda, pilot mu olacak sanki” diyerek nutuk çeken doktor, çocuğu muayene etmeden parayı söylüyor anneye. Anne fakir, çaresiz. Kulağından küpelerini söküp doktora uzatırken, “Siz bunu alın, ben geri kalanını bulurum” diyor.
Yıl 1984.O çocuğun adı
Erem Şentürk.
Aradan yıllar geçti ve bu gidişi değiştiren adam, Erdoğan, yine değiştirmek istiyor bir şeyleri.
Olur veya olmaz, bilmiyorum. Takdir Allah’tan. Ama bildiğim şey şudur ki; bu millet bir daha asla eski Türkiye’ye geri dönmez haberiniz olsun. İstanbul’a dönüş yolunda mola yerinde küçük bir çocuğu severken adının Ufuk olduğunu öğreniyorum. Hastaymış Ufuk. Dua istiyor babası. “Var mı bir ihtiyaç?” diye sordum. “Tedavi, ilaç, doktor sıkıntısı yok. Bol bol dua edin abi” dedi. Allah şifa versin deyince, “Reis’e dua edin abi, o giderse bu çocuğu kapıya koyup senet imzalatır bunlar bize” dedi.
Haklı! Anneme imzalatmışlardı