Masivaya dalıp baştan çıkarıcıların işvesine aldanarak Hak libasını çıkaranlardan olmamak duasıyla…

Önceki yazımızda, varlığı ruh ve beden üzerinden okumaya çalışarak kafa patlatmış ve yazıyı şu sorularla noktalamıştık:

Bizi çıplak gösteren nedir, üryanlıktan uyandıran ne?

Örtünen aslında kimdir, bürüyen ne?

Bugün ise bu soruların cevaplarını “libas” mefhumu üzerinden analiz etmeye çalışalım. Gayretimiz “bulmak” için değil, “aramak” için aksın.

XII. yüzyılın büyük dil bilimcisi Ragıp el-İsfehânî’ye göre libas; insanı çirkin şeylerden örten maddi ve manevi her şeyi kapsayan bir sözcüktür. O, libasın semantik tahlilini yaparken Kehf/31 ve Araf/26’yı örnek verir. Tam burada Müslüman bir mütefekkirin bilgi felsefesinin sabiteleri, devasa sütunlar gibi karşılar bizi. Müslüman ki onun dahili ve harici dünyası vahyin nuruyla aydınlanmış, uçtan uca Kuran’ın terminolojisiyle örülmüştür.

İsfehânî’nin muhalled eseri el-Müfredat rikkatle incelendiğinde Batı ile İslam medeniyetinin bilim/hikmet anlayışı arasındaki kritik kavşak, ilk sayfadan fark ettirir kendini: İslami metodolojinin en önemli karakteristik özelliği, hakikatin tekliğine yani tevhit ilkesine olan sadakatidir. Oysa hepi topu iki asırlık makabli bulunan nevzuhur Batı’dan neşet eden tüm teolojik, teosofik ve bilimsel kuramlar amacı, yöntemi ve biat ettiği epistemik menşei itibariyle müşriktir.

Kehf’de ‘libas’tan bir cennet nimeti olarak bahsedilirken Araf’ta, önce ayıp yerleri örtmek ve süslenmek için kendisinden yararlanılacak maddi bir nesne şeklinde tanımlanır. Ardından “libasü’t-takva” şeklinde metafizik bir kavramsallaştırma yapılır ve hüküm verilir: “İşte bu, sizin için daha hayırlıdır!”

Mesnevi’siyle maruf Rumlu Celaleddin’in “nice insanlar gördüm üzerinde elbiseler yok nice elbiseler gördüm içinde insan yok” derken dikkatlerimizi çekip resmetmek istediği elbise, muhtemeldir ki vahyin “sizin için daha hayırlıdır” dediği takva elbisesidir.

İsfehanlı Ragıb, takva elbisesinin ne olabileceğine dair tevil ve tefsir yapmaya devam eder. “Eş, eşin (zevç, zevcin), onu kabih ve kaba hareketlerden engelleyen libasıdır”, der. O, maskülen ya da feminen bir yaklaşımı öncelemez. “Eşler, birbirinin örtüsüdür” diyerek Kuran’ın diliyle konuşur. Ontolojik bir denklik inşa eder. (2/187)

Libas ile ilgili ademoğlunun teşevvüşe düşmüş zihnini ayıktıran ve böylece üryanlıktan uyandıran bir başka hermönetik bağlam, Hz. Davud’un kıssasında tahkiye edilir. “Sizin için sizi koruyacak elbiseler yapma sanatını, Davud’a öğrettik” derken kastedilen, zırh yapma yeteneğidir. İnsanın, varlığını idame ettirebilmesi ve Hakk’ı koruyup kollaması için büründüğü bir başka elbise de zırhtır. Öyle bir kisvedir ki zırh, onunla güç devşirilir. Böylece yeryüzü zulümle değil, adaletle abat olur.

Arı suresinin nüzulünde ise Mevla bir kenti misal verir ki onlar, her yerden bolca rızkın akıtıldığı huzur ve güven ortamında yaşamaktadır. Fakat bir süre sonra kalpleri, küfran-ı nimet birhali bürünür. Yaptıklarını fark etmeleri için Rab, onlara elim bir açlık ve kaygı libası giydirir. Toplum huzur ve emniyet libasından soyunarak çarpıcı ve bir o kadar da çarpık bir çıplaklıkla yüzleşir. Gelinen noktada insanın psikolojini bürüyen şey, safi ıstıraptır. Şair bu elemi, Yemen soğuğunda kalmış rahibin yüzüne benzetir. (16/112)

Enam suresine geldiğimizde libas, birdenbire basiretsizlerin içine kaçınılmaz olarak düşeceği patolojik bir kuyuya dönüşür. (6/9) Hakk’ı batılla örtenlere, bunu niçin yaptıklarını sorar, Mevla. İmanlarına şirk elbisesi giydirenlerin dili, lal kesilir. (2/42)

Anlaşılan o ki libas var, soyunulması; libas var, giyinilmesi gereken. Masivaya dalıp baştan çıkarıcıların işvesine aldanarak Hak libasını çıkaranlardan olmamak duasıyla…

Baki selam