Seçime giden bir ülkede siyasilerin dış politika konusunda sert söylemleri ciddiye alınmaz. Çoğunluktan oy almak zorunda oldukları için mecburen böyle konuşurlar.

Siyasiler çoğunluğun teveccühüne muhtaçtırlar. Örneğin, Kurtuluş Savaşı konuşulurken “kahramanlar” diye anlatıp dua ettiklerimiz çoğunluk değildir. Çoğunluk, verilen silahları alıp kaçan 30 bin kişidir, kumanyaya itiraz edenlerdir mesela; ama ülkelerin tarihleri yazılırken bunlardan söz edilmez. Kahramanlardan yani öncü azınlıktan söz edilir. Fakat hükümet kurabilmek için cephede şehit olanlar oy veremeyeceği için, silahları da alıp kaçanların vereceği oylara ihtiyaç vardır. Çelişkilidir ama dengeler böyledir. İtirazı olan varsa otursun en başından bu işin felsefesini, teorisini, kanununu ve yönetmeliğini yazsın. Bir daha hatırlatayım bunu yazmanız halinde de yine çoğunluğun yazdıklarınızı desteklemesine ihtiyacınız var; yoksa marjinal olarak siyaset tarihi raflarında kalırsınız. Fakat hiçbir ülkede bunlar konuşulmaz çünkü fenalığın kanıksanmasına sebep olur.

Çoğunluk için tavadaki iki balık denizdeki bin balıktan kıymetlidir. Çoğunluk günübirlik işine bakar. Çoğunluk ev taksiti ya da 2 aylık kirası için bütün siyasi yönünü değiştirebilir. Çoğunluk ortak hedefte buluşamaz çünkü ortak hedefte buluşmak emek ister, fedakârlık ister. Çoğunluk fedakâr değildir, çoğunluk uzun vadeli hesap yapmaz. Çoğunluklar sömürge gelirlerinin getirdiği konfor, ganimetlerin pay edilmesi, emekli maaşı zammı, sosyal yardımların artması gibi konularda ya da bunların zıttı olması halinde birleşirler ve akıllara zarar bir hızla senkronize olurlar. Bir tehlike ya da çıkar yoksa halk niye bir araya gelsin ki?

İşte Merkel bu yüzden Türkiye hakkında sert konuşuyor. Günübirlik işine bakan Alman çoğunluğu ikna etmek zorunda. Hepsini sandıkta kendi etrafında toplayabilmesi için çoğunluğu harekete geçirecek çıkarları sıralıyor ve ardından detaylardaki pürüzlere takılan olursa da onları Erdoğan’la tehdit ediyor. Merkel de böyle söylüyor, Schulz da böyle söylüyor. İki rakip aday bunlar, yanlış anlaşılmasın ama mecburen kameralar karşısında böyle konuşacaklar. Rahmetli Özal, cumhurbaşkanı olduğu dönemde Avrupa’da seçim zamanlarında onun için, “Tek adam, sivil diktatör, ülkenin eksenini kaydırıyor, terörü destekliyor…” diye neler neler söylerlerdi… O zamanlar bütün gazeteciler bundan utanır, yakınırlardı. Sonra? Sonrası şu: Seçimler biter ticaret, silah, enerji derken her şey normale yani kapitalizmin rayına geri döner; hayat kaldığı yerden devam ederdi. Seçimler bitince Merkel düzelir. Bak Fransa’da seçimler bitti gıkları çıkmıyor.

Bu dünyada böyle yürüyor bu işler. Böyle olması işimize geliyor çünkü, şimdi kimse numara yapmasın. Ha gerçekten tehlike olduğunda ne oluyor peki? Herkes böyle demedim ki, çoğunluk böyle dedim. Gerçekten tehlike olduğunda 15 Temmuz gecesi (16 Temmuz değil 15 Temmuz) sokağa çıkan kahraman azınlık vatanı kurtarıyor. Sonra çoğunluk kazanana göre pozisyon alıp hayat devam ediyor. Demiştim; bu dünyada böyle yürüyor bu işler…