Açık ve örtük mesajlarıyla reklam kuşaklarının çocuğu olan bizlerin zihnine kazınmış olan bu cümle, söyledikleriyle amaçladıkları arasında tezad olan(birçok reklamda olduğu gibi) ve sağ gösterirken sol vuran bir cümledir. Reklam, imajın önemsizliğine vurgu yapıp sussuzluğa çare olarak pazarlanan nesneyi öne sürerken aslında sizi bir imaja davet etmektedir. Çünkü Sprite başlı başına bir imajdır. Dünyaya bir bakış biçimidir. Eşyayı okuma biçimidir. Arkasında “Coca cola Company” vardır. Coca Cola Company ise Batı Emperyalizminin kütürel ve ekonomik karakollarından biridir. Sınır bölgelerinde bile boy gösteren uç beyidir. Balta girmemiş ormanlara giren ve baltaları işlemez hale getiren bir silah biçimidir.
Başlı başına bir imaj olan ve sizin imajinatif var oluşunuzu sekteye uğratan Coca Cola’nın arka planında Batı’nın imgelerle dolu hikayesi vardır dense yeridir. Bütün halinde Batı Sanatı imgeler coğrafyasıdır/geçididir. Venüs’ün doğuşundan, Hz. İsa’nın çarmıha gerişiline gerçekleştirilen sanat performansları imgelerden oluşur ve hep mesaj taşır. Sanatın mesaj taşıması tabiatı gereğidir. Çünkü sanatkârın okuma biçiminin esere yansımasıdır sanat. Hususi okuma biçiminiz, nev-i şahsına münhasır bir bilgi/görgü/akış taşır ve sanatkâr olarak siz görüleni değil, gördüğünüzü resmettiğinizde sizde olan/olgunlaşan bilgiyi paylaşırsınız. Bu bilgi esas itibariyle mesaj içeriklidir. Mesaj derdiniz yoktur ama yine de mesaj verirsiniz. Mesajsız sanatı savunanlar bile mesaj verirler. Bu minvalde sanat yapan kişilerin eserleri, karşı oldukları eserlerden daha çok mesaj taşır bile diyebiliriz.
Alışageldiğimiz imgeler üzerinden sanat yapmayan soyut sanatı ele alalım burada. Soyut sanatta karşınızda anlamsal arka planına inerek mesajlar devşirebileceğiniz imgeler hiyerarşisi yoktur. Non-figüratif anlayışla terkip edilmiş soyut kompozisyonlar vardır. Alenen bir mesaj çıkaramadığınız bu kompozisyonlarda mesaj yok mudur sahiden? Bu bağlamda Maleviç’in “Siyah Kare”si öylesine bir çalışma mıdır? Ya Kandinsky’nin geometrik formlardan oluşan kompozisyonları. Onlar da gelişigüzel bir araya gelmiş güzeller midir sadece? Bunu anlamak için Kandinsky’nin şu sözüne başvursak ne dersiniz?
“ Dünya daha korkunç bir yere doğru gittikçe sanat daha da soyut hale gelecek”
Buradan yakarsak, bizatihi soyut sanatın ortaya çıkışının bir mesaj taşıdığını görürüz. Eserlerin de bu mesajı daha ileriye taşıdığını.
Alışageldiğimiz imgeler üzerinden sanat yapmayan dedik soyut sanat için. Peki imge yok mudur Soyut sanatta? Maleviç’in siyah karesi nedir burada? Bir imge değil midir? Çekiçle çakılmış gibi zihnimize çakılmış bir imge değil midir? İmgenin illa somut mu olması gerekir? Düşle gerçeği buluşturan ve içinde mesaj taşıyan her unsur imge değil midir? İmgeyse şayet, neye işaret etmektedir? İçine, içindeki anlamlara değil mi?
Bugün öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, imgenin olmadığı hiçbir an ve anlam yok neredeyse. İmajların saldırısından muaf olduğumuz güvenli bir bölge yok. Çölde çile dolduran bir rahip değilseniz ya da dağa çekilmiş bir münzevi olup kedinizi bile unutmuşsanız müstesna. Ama emin olun bir yere kadar. Çünkü medeniyet(modern) denilen canavarlaştırma projesi siz kaçsanız da kendisini ayağınıza getirecektir bir gün. Olmadığı yerlere ulaşacak ve sizi kısırlaştırıcı dairesi içine alacaktır. Bütün bunlar bir kenara, eğer insansanız kaçmak gibi bir lüksünüz yok. Arınabilirsiniz belki ama kaçamazsınız medeniyetten. Kalmak ve onu ihya etmek zorundasınız. Kalmak ve savaşmak zorundasınız. Savaşmak için de silahlanmak. Gerekirse düşmanın silahıyla silahlanmak. Eğer nasıl savaşacağınızı bilmiyorsanız kalmanızın bir anlamı yoktur ama. Kalıp silahları kuşanmanızın bir önemi yoktur.
Gelelim şu ana kadar ki cümlelerin başlıkla alakasına. (Eminim bir çok kişi merak ediyordur nasıl bir alaka kuracağımı )
Güzel adamlar tanıyorum. Bir seminerde ya da sokakta karşılaştığımız. Dost meclislerinde aşık attığımız. Birlikte dava arkadaşlığı yaptığımız. Hasbi ve harbi adamlar bunlar. Okuyor, düşünüyor, yaşıyor ve yaşatmaya çalışıyorlar. Başkalarını kendilerinin önüne geçirerek fedakarlığa omuz veriyorlar. Hatta İsar’a vücut oluyorlar. Ama ortak bir sorunları var çoğunun. -Tabi bu bana göre. Onlar nezdinde hiçbir sorun yok.- Kötü giyiniyorlar. Daha doğrusu özensizler kıyafetleri konusunda. Tercihlerinde bir hassasiyet göremiyorsunuz. Onlara bakarsanız sade ve doğallar. Gereksiz özenti ve lüksten uzaklar. Kendilerine göre tutarlılar bu konuda. Böyle düşünmeleri güzel elbet. İnsanın tutarlı olmasından daha önemli bir şey yoktur hayatta. Ama yine de bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Çünkü bazı şeyleri yanlış anlıyoruz sanırım.
Durumunu doğal olmakla açıklayan arkadaşları doğal olanın ne olduğu üzerine düşünmeye davet edip, izninizle bu durumu tartışmaya açıyorum.
Doğal olanı en basitiyle Allah’ın yarattığına uygun olan diye tanımlayabiliriz. Bu bağlamda tabiatta var olan ve insanın müdahalesine uğramamış her şeye doğal diyoruz. Doğal olan şeylerin en belirgin özellikleri etraflarıyla uyumlu olmalarıdır. Yaratan bir olduğu için, ahenk içinde yaratmış ve hiçbir arızi duruma imkan tanımamıştır. Kozmoz denilen müthiş düzen bize bunu verir. İnsan kozmoz denilen makro düzenin bir parçası olarak mikro ölçekte iç düzene sahip olarak bunu tamamlayıcıdır. Ama insanın bir de dış düzeni vardır ki orada, tercihleri devreye girer. (Gerçi gen teknolojisi ve nöro bilimin geldiği yer itibariyle insan tercih ediyor mu etmiyor mu tartışılıyor. Ama bu başka bir yazının konusu)Tercihleriyle armoniye katılarak uyum sağlama ya da ahengi bozma özelliği olan insan diğer bütün varlıklardan ayrılır. Uyum sağlayan insana bir sözümüz yok ama ya bozan. Bozguncu insan. Bozan insan kozmoza saplanmış bir hançer gibi değil midir? Ve Sofokles’in ifadesiyle “kendisinden daha korkunç bir canavar” var mıdır? Çünkü yaratılışından uzaklaşmıştır. Doğal olandan uzaklaşmıştır. -Doğal olanı hiçbir zaman kendi başımıza belirleme gücüne sahip değiliz. Bir şeyin doğal olması, başka şeylerle olan organik ve inorganik bağlantısına göredir.-
Buradan nereye geleceğim?
İçinde bulunduğumuz bir çağ var. Bu çağ, imajlarla dolu. İnsan da bu imajların etkisinde bir varlık. – Etkisinde olmayan insan yok desek yeridir. Var olduğunu düşünen varsa da kendini kandırıyor diyebiliriz.- Bu derece imajların hakim olduğu bir çağda, onları dikkate almadan ben doğalım diyemezsiniz. Onlara uymak zorunda mısınız? Hayır. Ama onları dikkate almak zorundasınız. Çünkü başka bir çağda ya da başka bir gezegende yaşamıyoruz. Tercihlerimizi yaparken, içinden geçtiğimiz çağın dilini dikkate almaktan daha doğal ne olabilir? Ve bu dil iyi görünmeyi önemseyen bir dil. İnsanları etkilemek gibi bir derdimiz varsa-ki var- o zaman iyi görünmekten başka bir seçeneğimiz nasıl olabilir? Herkesin herkesi fikirleriyle uğurlayacak kadar zamanı yok ama kıyafetleriyle karşılayacak kadar zaman herkeste mevcut. O zaman ilk intiba önemli. Ve ilk intibanız imgelerle kardeştir. Size bakan kişiler mutlaka imgeler üzerinden bakacaktır. İmgenin gücü de burdadır. Farkında bile olmadan imgeler üzerinden insanları değerlendirir ve bir sonuca gideriz.
Çok gezen biriyim denilebilir. Devamlı seyahat halindeyim aslında. Evliya Çelebi zamanında olsam o rüyayı ben görmek isterdim. Gittiğim yerlerde hep gözlem yaparım. Bilhassa yurt dışı seyahatlerimde Müslümanları gözlemlerim. Nasıl giyiniyorlar, hal ve tavırları nasıl? Dünyaya karşı nasıl bir duruş sergiliyorlar falan. Çoklukla hayal kırıklığı yaşarım. Ve derim ki kendi kendime, ben Müslüman olmasaydım Müslümanlardan etkilenmezdim. Etkilenmediğiniz bir kişiyle nasıl bir diyaloğa girersiniz acaba? Girmezsiniz ve uzaklaşırsınız. Evet o Müslümanlar çok ahlaklı ve dürüst olabilirler. Şahsiyet sahibi ve mümtaj kişiler olabilirler. Ama bundan banane.(ben yabancıyım, onun dünyasının fersah fersah dışındayım.) Ondan etkilenmem lazım. Beni vurması gerek. Çarpılmalıyım her şeyden önce. Önce bi çarpılma sonrasında tanışma ve tanıma. Bu hep böyledir. Hep böyle olmaya devam edecek.
Birileri diyecek belki. “ Efendimiz zamanında böyle değildi ” Doğru. Ama Efendimiz zamanında değiliz. Tarih yanılgısına düşmenin bir alemi gerek. Öte yandan biz yakışıklı bir peygamberin ümmetiyiz. Gösterişten kaçınan ama iyi giyinen, güzelin altını çizen ve her fırsatta güzelliğin hakkını veren bir Peygamberin kardeşleriyiz. Onu böyle mi temsil ediyoruz? Onun tüm çağları aşan mesajını bu şekilde mi giydiriyoruz bugün? Bunu bir düşünelim derim.
İster kabul edelim ister etmeyelim dünya küreselleşti. Herkes, her an her şeye muhatap. Bir misyonun taşıyıcıları olarak her an her yerde iyi görünmekten başka seçeneğimiz yok. Bunu iki örnekle izah etmeye çalışayım.
İlk örneğim Süheyl Ünver Hocadan. Her yerde ve her durumda şık bir adam. Tam bir kültür adamı. Aynı zamanda doktor. Sanat adına yaptıkları yanında kendisi bir sanat eseri. İyi görünmeye verdiği özen insana olan saygısından. Ve bir misyonun taşıyıcısı olmasından. Cumhuriyet elitlerinin kendisini hapsetmeye çalıştığı fasit daireyi kabul etmeyerek farklı düş ve düşün dünyasına ait insanlara hitap edebilmeyi başarmış bir serdar Süheyl Hoca. Bunu nasıl yaptı dersiniz? Uğur Derman Hoca’nın ifade ettiği üzere, kötü giyinen eski hattatlar gibi olsaydı bunu başarabilir miydi? Çağı buna müsaade eder miydi? Hayır. Hoca her şeyden önce çağının dilini okumayı başarmış bir dahi. Okumuş ve kartları yeniden kararak oyun kuruculuğa soyunmuş. Başarmış da. Ahh.. Biraz düşünsek!
İkinci örneğim ise bugün yaşanmış bir olaydan. Aziz dostlarımdan Hasan Bey, Bayram Namazı sonrası Süryani olan komşusuyla karşılaşır. Sorar nereden geliyorsunuz diye. Dostum der: Camiden. Nasıl olur der komşusu. Camiye bu şekilde mi gittiniz? Biz kiliseye giderken mutlaka takım elbise giyeriz. Neden? Çünkü Allah’ın huzuruna varacağız ve ona saygı gösteririz. Bu cevap dostum üzerinde soğuk duş etkisi yapar. Ve Allah’la buluşmaya giderken giydiği kıyafetten dolayı müteessir olur. Bunun üzerine, bir de Cuma namazında iki ön safta takım elbisesi içinde Ali Ural’ı görünce, bu kadar taş yeter, artık kendinde bir çeki düzen ver Hasan der ve mesajı iyiden iyiye alır dostum. Bir düşünün Süryani kardeşimizin hassasiyetini. Allah’ın huzuruna giderken ki inceliğini. Bir de bizi düşünün. Her an Allah’ın huzurundaymışçasına nefes alması emredilen Müslümanları düşünün. Bizim için cami içi cami dışı diye bir ayrım var mıdır? Asla. Biz her an onunla buluşmaya hazır olarak yaşarız. İnsana değer verişimiz de ondandır. Güzel olmamız, güzele önem vermemiz hep O’nunla ilgilidir. Ve nasıl olur da kötü görünebiliriz? Böyle bir hakkı bize kim ve ne zaman verdi?
Hülasa..
Siz önemsemeseniz de imajlar önemlidir ve iyi adamlar lütfen iyi giyinin. Takım elbise giyin demiyorum. Bulunduğunuz şartlar neyi gerektiriyorsa onu dikkate alarak iyi görünün diyorum. Özen gösterin. İnsana ve her an huzurunda olduğumuz Allah’a. Anlamıyor ve başaramıyor musunuz? O zaman yardım alın. Zira, verdiğiniz görüntüden mutlaka sorulacaksınız J**
Baki selamlar..
*Bu yazı bağcıyı dövmek için değil üzüm yemek için yazılmıştır.
**Rica ediyorum yazıya “Allah’ın(azze ve celle) insanların dış görünüşlerine değil kalplerine ve yaptıklarına bakacağı” hadisi üzerinden itiraz etmeyin. Çünkü yazının her kelimesi bunu dikkate alarak yazılmıştır.