ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Körfez İşbirliği Teşkilatı’nın bir etkinliğine katılmak üzere 8 Haziran tarihinde Suudi Arabistan’a gitti. Üç gün sürecek olan ziyaret, zamanlaması ve Blinken’in ajandasındaki konular nedeniyle büyük önem taşıyor.

Ziyaret, Suudi Arabistan ile İran arasında Çin arabuluculuğunda nisan ayında imzalanan normalleşme anlaşmasından sonra ABD tarafından yapılan ilk ziyaret olması hasebiyle ziyadesiyle dikkat çekerken, Blinken gelmeden önce Venezuella Devlet Başkanı Nicolas Maduro’nun da Suudi Arabistan’da bulunması ve yedi yıldan beri kapalı olan İran büyükelçiliğinin açılması da manidardır.

Zira Venezuella ve İran uzun süredir ABD ile sorun yaşayan ve ABD tarafından yaptırımlara maruz bırakılan ülkelerdir. Dolayısıyla ziyaretler ve büyükelçilik açılışı tesadüfen aynı döneme denk gelmediyse acaba Suudi Arabistan, ABD yönetimine bir mesaj mı veriyor diye düşünmemek elde değil. 

Her neyse, ziyaretin zamanlamasındaki tuhaflığı bu şekilde not edip ziyaretin içeriğine bakalım.

Blinken’in ABD’den ayrılmadan önce katıldığı AIPAC’in yıllık konferansında yaptığı konuşmada, İsrail ile Suudi Arabistan’ın normalleşmesini sağlamanın en önemli gündemleri olduğunu söylemesi, bu ziyaret esnasında İsrail ve Suudi Arabistan arasında muhtemel bir normalleşme anlaşmasının açıklanabileceği şeklinde beklenti yarattı. 

Hatırlanacağı üzere, Eylül 2020’de dönemin ABD Başkanı Donald Trump ve damadı Jared Kushner’in arabuluculuğu sayesinde İsrail ve bazı Arap ülkeleri arasında imzalanan İbrahim Anlaşması ile taraflar arasında resmi ilişkiler tesis edilmişti. Bu kapsamda ilk olarak BAE ve Bahreyn ile başlayan normalleşmeyi müteakiben sürece Sudan ve Fas da katılmıştı.

O tarihlerde Suudi Arabistan’ın da sürece katılacağı ve İsrail ile normalleşen bir sonraki Arap ülkesi olacağı iddia edilmişti. Hatta o dönem Jared Kushner, Binyamin Netanyahu ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman arasındaki yakın ilişki nedeniyle, bu normalleşmeye kesin gözüyle bakılıyordu.

Ancak ABD’deki seçimleri Trump’ın kaybetmesi ve koltuğa oturan Biden’ın Suudi Arabistan’a mesafeli davranması nedeniyle beklenen normalleşme olmadığı gibi, o günden bugüne Suudi Arabistan ile ABD arasındaki ilişkilerde bozulma artarak devam etti.

Biden yönetiminin; yaygın insan hakları ihlalleri, Kaşıkçı cinayeti, Yemen Savaşı, petrol üretimini arttırmayıp bilakis kısıntıya giderek petrol fiyatının artmasına sebep olması nedeniyle Suudi Arabistan ile ilişkilerin gözden geçirileceğinin açıklanmasının ardından,  kongreden yükselen silah ambargosu uygulanmasına yönelik çağrılarla birlikte, İran tehdidine karşı Suudi Arabistan topraklarında konuşlandırılmış olan hava savunma sistemleri ile bazı askeri birliklerin geri çekilmesiyle ilişkiler kopma noktasına geldi.

Buna bir de Suudi Arabistan’ın Rusya-Ukrayna Savaşı sebebiyle Batılı ülkelerle eş güdüm içerisinde Rusya karşıtı bir pozisyon almaması da eklenince, Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin tamiri bir hayli zor duruma gelmiştir.

Fakat beklentinin aksine bu durum Suudi Arabistan’ın gardının düşmesine sebep olmadı. Aksine ABD’nin daha önceki dönemlerde verilmiş güvenlik garantilerini hiçe sayıp, aralarında Suudi Arabistan’ın da bulunduğu bölge ülkelerini İran tehdidine karşı yalnız bırakmasıyla yeni arayışlara girdi ve ABD’nin desteği olmadan yeni bir güvenlik mimarisi inşa etmeye koyuldu. Bu konuda en önemli destekçisi de haliyle Çin oldu.

Çin’in Suudi Arabistan ile İran arasındaki yedi yıllık ilişkisizlik dönemini bitirmesiyle, bölgede İsrail tarafından üretilen ve ABD tarafından da araçsallaştırılan İran tehdidi algısı ortadan kalkmıştır. Bu sayede İsrail’in şimdiye kadar Arap ülkelerini sözde İran tehdidine karşı kendi yanında konumlandırma gayretleri de boşa gitmiştir.

Hal böyle olunca Blinken’in Suudi Arabistan’a İsrail ile normalleşmesi ve Rusya’ya karşı pozisyon alması için önerebileceği fazla bir şey kalmamıştır.

Ancak ülkesinde büyük bir dönüşüm yapmaya çalışan defacto lider MbS’nin kendi iktidarını devam ettirebilmek için ABD’nin desteğine ihtiyaç duyacağı da bir gerçektir. Bu nedenle görüşmenin sıfır kazançla sonuçlanmasını arzu etmeyeceği tahmin edilmektedir. Artık İran tehdidi söz konusu olmadığına göre, daha yaşamsal bir talebin iletilmesi kaçınılmaz gözüküyor.

Bu ise muhtemelen Suudi Arabistan’ın fosil kaynaklarının bitmesiyle ihtiyaç duyacağı enerjinin karşılanması için gerekli olan nükleer reaktörlerin yapılması olacaktır. Ayrıca ABD’nin İsrail’e sağladığı güvenlik garantilerinin benzerinin Suudi Arabistan’a da verilmesinin talep edilmesi de bekleniyor.

Zira daha önce ABD’nin bölgeye sunduğu güvenlik şemsiyesinden kolaylıkla vazgeçilmiş ve Suudi Arabistan çok zor bir durumda bırakılmıştı. Dolayısıyla yeni dönemde bu garantilerin daha bağlayıcı olması ve iktidarlara göre değişmemesi büyük önem arz etmektedir.

Suudi Arabistan’ın İsrail ile imzalanacak muhtemel bir normalleşme anlaşması için İsrail’den de bazı talepleri olacağı muhakkaktır. Bunların en önemlisinin ise, 2002’de Kral Abdullah II tarafından ortaya atılan Arap Barış Planı temelinde İsrail-Filistin çatışmasının sonlandırılması ve iki devletli çözüm planının hayata geçirilmesi olacaktır.

Özellikle İsrail’in son dönemde Filistinlilere yönelik artan saldırıları ve Mescid-i Aksa’ya yönelik ihlalleri göz önünde bulundurulunca, Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme sebebiyle, hem iç kamuoyu hem de Müslüman ülkeler nezdinde ortaya çıkabilecek eleştirileri göğüslemek için böyle bir talepte bulunması gayet makul görülmektedir.

Ancak İsrail siyasetindeki hassas dengeler nedeniyle, böyle bir talep karşısında nasıl tepki verileceği tam olarak kestirilememektedir. Özellikle hükümette yer alan Ben Gvir ve Smotrich gibi aşırı milliyetçi ve kökten dinci aktörlerin, Filistinlilerin varlığını dahi reddederken iki devletli bir barış planına razı olup olmayacakları tartışmalıdır.

Bu durumda muhtemel bir normalleşme anlaşması hayaliyle yola çıkan Blinken’ın, sahadaki gerçeklikler ve zorluklar nedeniyle eli boş olarak geri dönmesi kuvvetle muhtemeldir.

Yine de görüşmelerin olumlu geçmesini umuyor ve İsrail’in keyfiyetten olmasa da Suudi Arabistan ile normalleşmek uğruna Arap Barış Planını kabul etmesini ve yıllardır devam eden İsrail-Filistin çatışmasının sona ermesini temenni ediyorum.