Ülkemizin meseleleri her zaman pazara sürülür. “Pazara çıkan mal için pazardaki herkes söz hakkına sahiptir çünkü!”  Pazara “düşürme” işi de genelde içerdeki bezirganlar eliyle gerçekleştirilir. Şu an en önemli meselelerimizden ve maalesef pazara düşmüş olan Kürt meselesi üzerinden kendisinin söz sahibi olduğunu düşünen Almanya için birkaç şey söylemek istiyorum.

Almanya, Avrupa demektir. Avrupa Birliği’nin ana unsuru olarak pek göz önünde durmuyormuş gibi yaparak “dip dalgasıyla” politikasını yürütür. Amerika-Avrupa çekişmesinde İngiltere daha üstte tutmaya çalıştığı pozisyonu muhafaza etmeye çalışırken, Almanya bu çekişmenin merkezindedir. Almanya Birinci Cihan Harbi’nden yenilgiyle çıkmış; fakat işgal edilip parçalanmamıştır. İkinci Cihan Harbi’nden de yenilerek çıkmış; fakat Rusya’nın arızi olarak Batı’ya karşı ele geçirdiği bir bölge dışında yine parçalanmamıştır.  (Rusya, Avrupa-Batı merkezli değerlendirilemez.) Bunun sebebi Avrupa-Batı dediğiniz yapının içinden Almanya’yı coğrafi olarak, millet olarak, tarihi, iktisadi ve siyasi olarak çıkartmanın mümkün olmadığıdır. Bunu her Avrupalı bilir.

Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun devamı olarak 4. Reich’i kurma hayalini taşımakta aslında Almanya. Ve İkinci Cihan Harbi’nde yaptığı katliamlar üzerinde leke olarak kalsa da bundan dolayı bir pişmanlık duymadığını yürüttüğü politikalardan görebiliyoruz. Önceki yüzyılda bu imparatorluğu inşa edebilmek için işgal ettiği ülkeleri Avrupa Birliği çatısında toplayarak -adeta liderliği altına alarak- Müslüman Doğu üzerinden yürütüyor güç mücadelesini. Doğu’daki en büyük hedefi ise son dönemde sık sık karşısına çıkan Türkiye doğal olarak.

Ermeni soykırım tartışmaları da dahil Türkiye’yi ilgilendiren her meseleyi kaşıyan ve müdahil olan ana güç olan Almanya, uzun bir süredir Kürt meselesini de kaşımaktadır.

Böyle bir şeye cüret edebiliyor oluşudur asıl sorun. 4 milyonu Türk vatandaşı olmak üzere yaklaşık 6 milyon Müslümanın yaşadığı Almanya’nın politikalarında söz sahibi olamayışımız bir yana, bizim iç işlerimize müdahil oluşunun izahını yapmamız gerek. Yıllarca kendi halkını düşman gören laik  zihniyetin diasporadaki vatandaşlarını etkili bir güce çevirmektense takip edilecek, ezilecek olarak görmesi ve tabir caizse “gavurun kucağına atacak” politikalar uygulaması sonucu, lehimize olan güç aleyhimize kullanılmaktadır adeta. Asimilasyon politikasının yanında dışlanmış ve ezilmiş insanların bir şekilde zihnen ve bedenen kullanıma uygun hale getirilmesinin sonucudur bu. Sistemin güdücüleri hakim oldukları dönemde zarar verdikleri gibi geleceğimizi de zora sokmuştur yaptıklarıyla.

Her fırsatta bize dair plan yapan bu ülkelerin, son dönemde baskıyı artırmalarının sebebi ise, kullanışlı unsurların çokluğundan tabii ki. Bizi bize bırakmaya niyetli değil egemen güçler. Yaşanan terör olaylarından tutun içeride ve dışarıda oluşturulan algı çalışmalarının hepsi bunun için. Her yönden kuşatma altındayız. Ama bunun farkında olarak davranmıyoruz.

İçimizdeki sorunları kendimiz çözmezsek başkaları kendi istedikleri şekilde bir çözümü dayatacaktır. O çözüm dedikleri şey ise bizim için yıkımdan başka bir şey değil. Kendi coğrafyamızda kendi sorunlarımızı bir araya gelip çözmemiz, meselelerimizi pazara çıkartmamamız gerek. Başkalarına söz hakkı düşmesin istiyorsak kendi içimizde çözecek irade göstermeliyiz… Bu iradeyi ise selim bir akıl, güçlü bir irade ve samimi olarak dertlenenler bir an önce göstermelidir.