Hadiselere nereden bakıyorsanız oradan görürsünüz. Nerede durduğunuz bakış açınızın çerçevesini belirler. Ülkede yaşananları değerlendirirken değerlendirme kriteriniz, getirdiğiniz çözümün de belirleyicisidir.
Mesela, ben durduğum yerden İstanbul’un İlayikelimetullah yolunda fethedildiğini ve Türkün şahsında Müslümanların çağ açıp çağ kapadığını düşünürken, bir başkası İstanbul’un işgal edildiğini yağmalandığını dile getirebiliyor. Normal. Onun durduğu yer ile benim durduğum yer aynı değil çünkü. Onun bakış açısını belirleyen inanç fikir dünya görüşü farklı, benim bakış açımı şuurumu belirleyen şey farklı.
Nereden ve nasıl baktığınız çok önemli. Nereden baktığınız durduğunuz yeri gösterirken, nasıl baktığınız ise şuur seviyenizi nispet noktanızı sırtınızı dayadığınız dünya görüşünüzü gösterir. İnsanlar farklı noktalardan bakar farklı sonuçlar çıkarır, aynı noktadan baktığını düşünenlerin de farklı sonuç elde etmesinin sebebi ise işte bu şuur seviyesidir. Dünya görüşün, ideolojin, bakış açını belirleyici kriterlerin farklı olması. Biz Müslümanız ve İslam’ı nispet alan bir dünya görüşüyle bakmaktan başka yolumuz yok.
“Küfrün kaynağını bilmeyen gerçek imanda değildir” diye bir sözü var Allah dostunun. Yaşadığımız hadiseleri değerlendirirken her hadiseyi müstakil değerlendirmenin yanında bütün içinde de konumlandırmak ve ona göre de değerlendirmek zorundayız. Yoksa bütünün habercisi olmasına rağmen parçada yaşananları okuyamayız. Küfrün kaynağı Emperyalist Batıcı sömürü düzenidir.
Hedef tarihi misyonunu gerçekleştirebilecek potansiyele sahip ve o yola girmiş olan Türkiye. Bunu engellemek için çevrilen oyunları gördüğümüz halde o misyon için gereken yapılmazsa başarıya ulaşmamız da çok zor. Arada kalmışlığın getirdiği kararsızlık yaşanıyor biraz da. Terör sorunu da dahil yaşanan hadiselerin kaynağı, bu sistemin kuruluşundan beri uyguladığı politikalar.
Kalabalıkların kontrolsüz yürüyüşünden, puslu havada kurulan pusulara kadar birçok şey yazabilirim. Fakat bütün bunlar en nihayetinde o bütün içinde konumlandıracağım parça hadiseler. Ve ben bütüne dair bir fikir sahibiyim. Sorunumuz mevcut sistem ve içinde bulunduğumuz dünya düzeni. Sen terörle mücadele ederken ve her gün onlarca evladını kaybederken, içindeki unsurlar açıkça terör destekçisi oluyor ve buna da basın özgürlüğü diyebiliyor. Aynı, Peygambere hakaret ederken ifade özgürlüğü demeleri gibi. Sistem bu şekilde işliyor. Onun içindeysen yapabileceğin bir şey yok. Bu sadece şimdiki iktidara mahsus bir şey değil. Egemen güçlerin bütün dünyada istedikleri gibi at koşturmasının adıdır demokratik sistem. Boyun eğmeyen iktidarlar demokrasiye uymamaktan alt edilirler !
Ülkemizi karıştırmak isteyen güçlerin, içerdeki unsurlarıyla birlikte hiçbir ahlaki ölçü tanımadan, hiçbir vicdani duygu hissetmeden neler yapabileceğini biliyor görüyoruz. Bu yapılanlara karşı kararlılıkla adım atılmazsa işin nerelere kadar ilerleyebileceğini de görüyoruz.Bizim bunu görmezden gelip ne olursa olsun deme imkanımız da yok. Buna dair kesin ve çözüm getirici ve her ne olursa olsun inancımıza ahlakımıza töremize örfümüze uygun adımlar atmamız ve yanlışa yanlış da diyerek tavrımızı göstermemiz gerekiyor. Sistem artık yürümüyor. Sistem artık çürüdü. Ve çürüyen bu sistemle devam etmeye çalışmak bütün ülkeyi yangın yerine çevirecek.
Çözüm sürecinin şu şartlarda atılmış devrim niteliğinde bir adım olduğunu söylemiştik. Ama kalıcı bir çözümün bu sistem değişmeden gerçekleşemeyeceğini de ilave etmiştik. Atılan bu adımlara gösterilen reaksiyona bakarak onun bile ne derece rahatsız ettiğini elbette görebiliyoruz. Ama yaşananlar daimi olarak bize şunu ihtar ediyor. “Ya olmamız gerekeni olduracağız, yahut çevrilen oyunlarla yok olup gideceğiz. “İnancımızı, Kardeşliğimizi, birliğimizi koruyarak yaşayabileceğimiz günler için el ele gayret etmemiz gerek.
Allah bu vatanı ve milleti muhafaza etsin.