Meşhur Fransız yazar-entelektüel Oliver Roy’un Paris saldırılarına dair yaptığı bir mülakatı okuyorum şu an. Yıllardır Müslüman dünya üzerine araştırmalar yapan bir entelektüelin, Paris saldırılarını “IŞİD’e karşı kara harekâtı yapılmalı” sonucuna vararak analiz etmesi, istisnalar dışında Batı insanının yaşananları tahlil etmekte ne kadar sığ kaldığını göstermekte. En azından bir entelektüel olarak “Sömürü düzeninin doğurduğu sonuçlar, bu yaşananlar” diyebilmesini bekliyor insan.

Hadiselerin tahlilini yapamadan teşhise varamayız. Teşhis olmadan da tedavi olmaz. “Suç” tanımını kim, neye göre yapıyor bir tarafta dursun. Bir suç varsa oluş sebeplerini ortadan kaldırmadan, o suçun önüne geçilemeyeceği, yaşananların bir sonuç olduğunu ve sistem bu şekilde devam ettiği müddetçe de arkasının kesilmeyeceğini hatırlatmak isteriz.

Kim tarafından ve hangi sebeple olursa olsun bizim inanç ve kültürümüzde, masum insanlara karşı yapılan saldırılar kabul edilemez. Barışta olduğu gibi savaşta da inancımızın bize çizdiği sınırları korumaya çalışırız. Fakat Batı’ya karşı yapılan her büyük çaplı saldırı sonrasında kendi masumiyetini izah etmek zorunda kalan-bırakılan ve “Müslümanlar kendilerini sorgulamalıdır” türü yazılar kaleme alan insanlar var hâlâ. Müslümanların kendini sorgulaması elbette gerekli fakat bu, dayatma bir “masumiyet izahına” dönmemeli.

Sorunların kaynağı, hilafetin kaldırılışından İslam coğrafyasının sömürülen topraklara çevrilmesine, yıllardır devam eden fiili ve kültürel işgallere ve katliamlara kadar, doğrudan veyahut dolaylı desteği sebebiyle asıl failin emperyalist Batı güçleri olduğunu vurgulamalıyız sürekli.

Kendi muhasebemizde ise, “Bolu beyinin olduğu her yerde bir Köroğlu çıkar” düsturunca, yapılan zulümlere karşı biz gereken tavrı alabilseydik, fikri ve itikadi olarak, İslam’ın önüne engel olarak türetilen ve ana çizgi ehli sünnet İslam anlayışını tahrif etmek için desteklenen grupların, iç ve dış algı operasyonlarında “temsil” noktasında gösterilmesini engellerdik sonucuna varabilirdik. Zulüm var ve bu zulme karşı kim savaşıyorsa o cazibe merkezi oluyor. Ülkemizin doğusunda yaşanan farklı değildi ki!

Batı, güç dengesini lehinde tutmak için bir yandan fiili işgal gerçekleştirirken diğer yandan Müslümanları mezhepler, meşrepler, örgütler, gruplar olarak bölmek üzerine çok çaba sarf etti. İslam’ın devlet, kültür ve medeniyet inşa ana yolu ehli sünnet çizgisi dışında türeyen yapıların arkasını biraz kurcaladığınızda, bu karanlık el atışların izini her zaman görebilirsiniz.

Son 30 yıldır Balkanlardan Kafkasya’ya, Afrika’dan Türkistan’a katliam heyulasının uğramadığı bir karış toprak parçası kalmamışken, bu zulmün müsebbipleri “insancıl ve masum”, katliama maruz kalanlar ise “terörist ve suçlu” olarak anılmaya devam ediliyor. Bunun bir “geri dönüşü” olacaktır elbette. Bu kadar zulmü yaşayan insanlar maalesef doğru veya yanlışı değerlendiremeden, acının, aşağılanmanın, öfkenin doğurduğu sonuçla yanlış ellere de düşebiliyorlar. Bunun da sebebi Müslümanların devletsiz olması ve her türlü algı operasyonuna açık olmasıdır.

Son söz, Amerika’dan bir “istisna” Oscarlı Amerikalı yönetmen Oliver Stone’dan: “Tehdit altında değiliz. Tehdidin bizzat kendisiyiz. Kaos yarattık ve sonra kendi yarattığımız kaos için onları suçladık.”