Bilmek yapabilmekle tezahür eder. Şuur haline gelmemiş ve hayata geçirilme noktasında adım atılmamış bilgi -mücerret manada kıymeti ayrı- değerlendirilebilecek bir şey değildir.

Bir şeyi bilmek ile yapabilmek arasında bir çizgi var. Biliyorsun da ne oluyor derler ya adama. İşte bilginin fonksiyonel anlamda kullanılması bunun izahını yapmakta. Genel anlamıyla da bilgi bir nispet noktasına, bir merkeze bağlı olmadığı ve şuurlaştırılamadığı zaman kendi başına bir kıymet ifade etmiyor.

İdrakine varılamaması ve nefsin beğenmemesi bilginin önündeki en büyük engeldir. İdrak edilmeyen bilgiyi zaten değerlendirme şuuru bulunmaz insanda. İdrak edebilmek için ise her şeyin öncesinde nispet noktası gerekli. Yani bilginin kıymet hükmünü belirleyecek mihenk taşı. İşte sistem çapında bir dünya görüşü bunu sağlar. Nefsin kabul etmemesi için ise tek yol nefsin terbiye edilmesidir!

Günümüzde herkes her konuda derin bilgi sahibi! Bu sadece siyasilere mahsus bir durum da değil. Cemaatler gruplar, sivil toplum kuruluşları, örgütler… Kendi iddiasının şeksiz ve şüphesiz doğru olduğunu düşünmeyen de yok neredeyse!… Ama çözülmüyor bir türlü sorunlar?

Kör yürüyüşü demişti bir dostum durumu izah ederken. “Adeta kör olmuş herkes, el ele tutuşmuş yolu el yordamıyla bularak yürüyor. Herkes “ben bir yol buldum burası doğru yol” deyip diğerinin yanlış yolda yürüdüğünü iddia ediyor. Evet bir yolda yürüyorsun ama o yol seni nereye götürüyor görmüyorsun ki. Aynı şekilde diğeri de, diğeri de…”

Rahmetli Aliya’nın “Söylenebilecek her şeyin söylendiğine eminim, ama hepsinin duyulduğuna emin değilim” sözü geliyor sürekli aklıma.

Herkes Batı’nın düşmanlığını biliyor. Herkes Türkiye’nin hedef olduğunu biliyor. Herkes birçok unsuru kullanarak ülkenin karıştırılmak istendiğinin farkında. Herkes kardeşin kardeşe kırdırılarak ülke insanlarını birbirine düşman etme planlarını dile getiriyor. Herkes, iktidar muhalefeti adı altında dönen oyunları, vatana ve millete ihaneti, bunun politikaymış gibi nasıl yutturulduğunu görüyor… Fakat buna dair atılan adımlar yine günlük politika seviyesinde kalıyor. Bu durum böyle devam edemez.

Günlük politikanın hayhuyundan, ne geçmişin muhasebesini yapmış ve yarınını düşünebilen idrak sahibi seslere kulak veren var ne de anın hakkını verebilecek dünya görüşüne bakan. Böyle olunca sorun yumağı büyüyor da büyüyor. Yarın çözebilecek noktayı geçmiş olacağız ve ahu vah etmenin de bir faydası olmayacak. Bu gidişe köklü çözümler gerek. İki arada kalmış olan sistem, iki arada kalmış olan insanlar ve iki arada kalmış olan ümmet.

Bu sistem kurulduğundan beri var olan sorunlar, kısmi zamanlarda durulmuş gibi görünse de tekrar tekrar nüksediyor. Bunu kontrol edebilecek iradeye sahip de değiliz şu şartlarda. O zaman teşhisi doğru koymamız gerek. Ülkemizin tarihi misyonu, potansiyel gücü ve coğrafi konumu sebebiyle egemen güçler tarafından devamlı tarassut altında tutulduğu hakikati, yaşananlarla beraber ortadayken, yapabileceğimiz en gerçekçi çözüm bu iki arada kalmışlığı ve bu kararsızlığı sona erdirip asıl hüviyetimizi bürünerek hareket etmekten geçiyor. Asıl hüviyetimiz, İslam’ı sistem olarak hayata tatbik edecek iktidarı tesis etmek. Son on yılda yaşananlar dediklerimizi doğrulamakta aslında. Ne yaparsak yapalım, hangi noktada durursak duralım mesele yine bizim aleyhimize olacak şekilde şekillendiriliyor. Ümmet coğrafyasında yakılan ateşin ülkemize sıçraması an meselesi. Bu ateşle bizi yakmak isteyenler Türkiye’nin hem tarihi misyonunu hem de geleceğe dair taşıdığı potansiyelin farkında olanlardır. Onların engellemek için her şeyi yaptığı bu tarihi misyonu üstenmekten başka yolumuz yok. Gözünü ülkemize dikmiş mazlum ümmet coğrafyası da dahil hepimiz sıkıntılı dönemlerdeyiz. Olması gerektiği gibi olamayışımızın sonucunda ümitlerimiz heba olursa bunun vebali çok ağır olacaktır hepimiz için.