Türkiye Cumhuriyeti'nin ikinci yüzyılının, "üretimin ve üreticinin yüzyılı" olması gerekiyor. İşte o zaman Türkiye Yüzyılı programı hedefine ulaşmış olacaktır.

Peki üretimi hangi güçle ve nasıl gerçekleştireceğiz?

Elbette genç nüfusla; iyi eğitilen, sağlıklı beslenen ve çalışkan gençlerimizle.

Geleceğimiz buna bağlı.

Ancak gelen veriler pek iç açıcı görünmüyor! Genç nüfus azalıyor, eğitim seviyemiz kan kaybediyor, beslenme alışkanlıklarımız bizi felakete sürüklüyor!

Genç nüfus konusunu; nüfus artışı ile beslenme ilişkisini bir sonraki yazıda ele alacağım.

Bugün eğitim ve beslenme konularına mercek tutmaya çalışacağım.                                                                         

Evet, öncelikle eğitim sistemi! Eğitim sisteminin yeni bir müfredata ihtiyacı var; yerli ve millî eğitim sistemi… Kendi kaynaklarından beslenen, hamurunda İslam, insan, bilim ve iyiliğin olduğu bir eğitim sistemine mecburuz.

Millî Eğitim Bakanlığı geçtiğimiz günlerde yeni eğitim müfredat programını açıklamış, Talim ve Terbiye Kurulu da yeni müfredatı onaylamıştı.

Peki yeni müfredat programında hangi konular yer almalı?

Helal beslenme, helal kazanma, tarımsal ekosistem ve üretim becerileri, toprakla yaşama sanatı, tasarruf bilinci, emek ve alın terinin kutsal yapısı, genel ahlak kuralları, parayı yönetme dersleri, farkındalık eğitimleri, finansal okuryazarlık dersleri, toplumsal sorumluluklar…

Yukarıda sıraladığımız özellikler bize ne kazandıracak? Hangi yarım kalan işlerimizi tamir edecek?

Sadece not verme ve salt ders disiplini, elbette tek başına yeterli olmayacaktır.

Bütün bu tedbirleri çizgi filmlerle, dizilerle, müsamere ve münazaralarla, uygulama ve teşvik programlarıyla, farkındalık ve sosyal sorumluluk çalışmalarıyla, belgesellerle ve fenomen isimlerin rol modelliğiyle desteklemelisiniz. Devlet ise davranış, algı, adalet sistemi, yönetim şekli ve paylaşma ruhunu canlandırmasıyla bütün bu sürecin tam merkezinde yer almalı ki müfredat başarıya ulaşsın.

Bu arada, bir kuponla dünyaları kazanma hayali kurduran ve kumarı özendiren reklamları da engellemelisiniz.

Siz evde ne kadar terbiyeli bir çocuk yetiştirirseniz yetiştirin, okulda ne kadar eğitimli bir nesil yetiştirirseniz yetiştirin; evin ve okulun dışına çıktığı zaman çocuklar bizim olmaktan çıkıyor!

Peki kimin oluyor bu çocuklar?

Futbol endüstrisinin, iddia bayilerinin, fenomen dizilerin, magazin rüzgârının, akran zorbalığının, bağımlılık kompleksinin, kişilik ispatı kavgasının...

Var mısınız denemeye?

Herhangi bir okulun önüne gidin ve okulun dağılma zamanında çocukların gruplar hâlinde neler konuştuğuna bir kulak verin.

Caddede, metroda, otobüste, durakta, okul önünde, parklarda; hemen hemen her yerde aynı muhabbetler.

Kimsenin umurunda bile değil; derste neler tartışıldığı, hangi hedefler konulduğu.

Varsa yoksa kumar oranları, sanal kahramanların patlattığı aforizmaların tefsiri, futbol karşılaşmalarının pozisyon tartışmaları, müsabaka neticeleri…

Her çocuk olmuş VAR hakemi!

Ve beslenme alışkanlıklarımız.

Eğer insanlarınız; askeriniz, mühendisiniz, öğretmeniniz helal, sağlıklı ve güvenli gıdalarla beslenmiyorsa diğer başarılarınızın hiçbir anlamı kalmayacaktır. Tarım ve gıdaya hâkim olanlar, beslenme şekline yön verenler duygularınızı öldürüyorlar.

Duygunuz ölürse insanlığınız da bitecektir, canavarlaşacaksınız demektir.

Gıda ve tarım sanayisi insani anlamda özüne dönmeli, fayda merkezli ve sağlık hassasiyetiyle yeniden programlanmalı.

Tehlike buradan geliyor!

Başka neleri değiştirmeliyiz?

Kitle iletişim alanında yerlilik oranı artırılmalı. İlaç endüstrisi yerlileştirilmeli. İnsan sağlığı, bitki verimliliği ve bitki koruması, hayvan sağlığı açısından Türkiye kendi ilaçlarını üretmek zorunda.

Sağlık politikaları ve sağlık sistemi gözden geçirilmeli. Koruyucu hekimlik kavramını önceleyen bir sağlık sistemi tesis edilmeli. Bol katkılı sözde gıdalarla hasta bırakılan insanlar, çağdaş tıbbın acımasız dişlileri arasında heba edilmemelidir.

Unutmayalım; bizim bizden başka umudumuz yok. Bize biz çare olacağız. Başka çare yok!