Aralık 2011: Uludere faciasında 34 kişi vefat etti. Sorumlusu, sorumluları kim, bilmiyoruz.

Mayıs 2013: Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki bombalı saldırılarda 52 kişi can verdi. Sorumlusu, sorumluları kim, bilmiyoruz.

Mayıs 2014: Manisa-Soma’daki maden kazasında 301 maden işçisi öldü. Sorumlusu, sorumluları kim, bilmiyoruz.

Mart 2015: DHKP-C’nin, savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit ettiği gün Türkiye’nin büyük bölümünde neredeyse 24 saat boyunca elektrik kesintisi yaşandı. Sorumlusu, sorumluları kim, bilmiyoruz.

Temmuz 2015: Şanlıurfa’nın Suruç ilçesindeki canlı bomba saldırısında 34 kişi öldü. Sorumlusu, sorumluları kim, bilmiyoruz.

Hafızamı hızlıca yoklayınca aklıma gelen “faili meçhuller” bunlar.

Toplumda infial uyandıran bu tip büyük olaylarda kamuoyunun aydınlatılması sözkonusu olduğunda maalesef pek iyi sınav veremedik, veremiyoruz. Bu yüzden de her bir olay infiali besliyor, cümleten akıldan izandan adeta gönüllüce uzaklaşıyoruz.

Dün Ankara’da peşpeşe düzenlenen iki bombalı saldırıda 86 kişinin vefat ettiği bildirildi. İnternete şöyle bir baktım, hemen herkes, vefat edenlerin, yakınlarının acılarını dahi dile getirmeden fail arama, dahası, bulup hesap sorma yarışına girmiş.

Öfke büyüyor.

***

Böylesi olaylarda derhal “istihbarat zaafiyetinden” bahsederiz. Aşikardır, başarılı istihbarat faaliyetleriyle -Allahualem- bu olayların önüne geçilebilirdi.

Fakat şunu pek konuşmayız: İstihbarat teşkilatımız -Allahualem- yıl içinde böyle en az beş on olayı engelliyor; işin doğası gereği biz bunların hiçbirinden haberdar değiliz.

Ve yine, Allah bilir, mesela Reyhanlı’da, Soma’da ya da Suruç’ta elde ettiği bilgilerle, istihbarat teşkilatımız bugüne kadar hazırlık safhasındaki pek çok eylemin de önünü kesmiş olabilir.

Şunu da hesaba katmak lazım: Sözgelimi, Türkiye çapındaki elektrik kesintisine ilişkin olarak elde edilen bilgilerin, ulaşılan faillerin, olayın bütünüyle aydınlatılabilmesi için belli bir süre mesela izlenmeleri, gizli kalmaları gerekebilir. Bu da işin doğası gereğidir.

Ancak, her şeye rağmen, işin doğası gereği saklanan kısımlar -belki büyük büyük kısımlar- hariç, milleti bir ölçüde tatmin edecek şekilde fotoğrafın bir bölümü gösterilmedikçe, başımıza gelen her bir musibette öfke katlanarak büyüyebilecektir.

Kastım “sorumluların yargı önüne çıkarılması” değil. Bir büyük felaketin uyandırdığı yankıyla eşdeğer bir aydınlatma faaliyetinden söz ediyorum. Mesela Reyhanlı saldırısıyla ilgili soruşturmada alınan mesafe, ortaya çıkan bağlantılar; istihbarat doğasının müsaade ettiği nispette ama millet nezdinde kesinlikle saldırının kendisi kadar karşılık bulacak ölçüde paylaşılabildi mi, emin değilim.

“Ölü yarıştırma” çirkinliğinin insanı insanlıktan çıkaracak kadar çirkinlik olduğunu, daha cenaze defnedilmemişken “Kesin şu öldürmüştür” demenin, bunu diyenle “Yok, şu öldürmüştür” diye dalaşmanın merhuma ve yakınlarına çok büyük saygısızlık olduğunu, musibetlere isyan ve ayrılıkla değil, sabır ve birlikle mukabele edilmesi gerektiğini yeniden hatırlayabilmemiz için; bu soğukkanlılığa, bu tevekküle, bu irfana yeniden kavuşabilmemiz için; bütün manevi karşılıklarını da hesaba katarak, birazcık daha bilgilendirilmemiz, birazcık daha mutmain, birazcık daha emin olmamız gerektiğini düşünüyorum.

***

Cenab-ı Allah, Ankara’daki saldırıda vefat edenlere rahmet etsin, yakınlarına sabır ihsan eylesin; ülkemizi her türlü şerden muhafaza buyursun.