İnsan ve yaratılışı…
Nasıl ve niçin acaba?
Yaratan Rabbi ve O’na sorumluluğu?
Hiç unutulmayacak şeyler bunlar.
İşte müthiş bir tefekkür âlemi…
Neden uzak kaldık bütün bunlardan?
Aslımız, özümüz ve hakikatimizden…
Bir sekülerleşme/dünyevîleşme canavarı yutmak üzere insanımızı/insanlığı…
Ne yapar ve ne ederiz acaba?
***
İnsan Allah’ın yarattığı bir eşref-i mahlûktur. Binlerce yaratık arasında en kıymetli ve en üstün olan odur. Yüce Mevlâ’mız onu yeryüzünün “halifesi” kılmıştır. “En güzel şekilde” yaratmış ve sayısız mahlûkatı onun emrine vermiştir. Bütün bunlara karşılık o, gayesiz ve mes’uliyetsiz mi olacaktı? Tabii ki hayır!
Nasıl ki bir baba evlâdını, bir ana çocuğunu, bir hayvan bile yavrusunu başıboş bırakmazken, bunca lûtuf ve ihsan bahşeden, onu yoktan var eden Allah (c.c) kulunu başıboş bırakır mı? Onun iki cihan saadetini ve iyiliğini mutlaka diler. Zira bir gün kulların hesabı vardır. O halde kul, sorumluluğunu ve hesabını düşünerek hazırlıklı olmalıdır. Buna binaen şöyle buyrulur:
“-İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?” (75 Kıyamet 36)
Akıllı olan, düşünebilen, keşifler yapabilen insan, kendisini de keşfetmelidir. Bizzat kendisi başlı başına bir âlem, bir kâinattır. Bedeninden ruhunu, ruhundan bedenini görmeli, gönül âleminde hakikatler bulmalıdır. Sırf maddeyle insan olunamayacağını anlamalı, manâsız bir yaşayışın insan olmasını inkâr edeceğini idrak etmelidir.
İşte bunun için manevî pisliklerden arınmış bir gönül, berrak sular misâli çağlayarak akan bir pınar gibi, nice aşk ve muhabbet âlemleri yaşar. O anda ise Yaradanını, Rabbini idrak eder. İmanın ve kulluğun özünü tadar. Maksadının Hakk’a kulluk olduğunu yakînen anlar ve Cenab-ı Hakk’ın şu ayet-i Celîlesini yaşar:
“- Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (51 Zâriyât 56)
Bu iman sahibi kişi, yaşayışının bütün halini ibadetle doldurur. Zira kalp uyanık olur, Rabbini düşünür ve O’nu zikrederse bundan büyük zenginlik mi olur? İşte o zaman kul yaratılış gayesine uygun olarak yaşamış olur.
EN GÜZEL ŞEKİLDE YARATILAN İNSAN
Şu insan denen mahlûkun güzelliği, madden ve manen eşsizliği akıllara durgunluk verecek tarzdadır. Zira Allah’ımız onun hakkında:
“-Biz insanı en güzel şekilde yarattık,” (95 Tîn 4) buyurmuştur.
Şayet insan bunun zıddını yaşarsa kıymetini, şerefini ve haysiyetini kaybetmiş olacağından büyük ve dehşetli bir düşüş gösterecektir:
“-Sonra onu aşağıların aşağısına gönderdik.” (95 Tîn 5)
Öyle ise insan düşünecek, durumunu idrak edecek ve kendi kendisine soracak:
-Ben neyim, kimim, nereden geldim ve nereye gideceğim? Bu uçsuz bucaksız âlem, bunca mahlûk nedir ve niçin bütün bunlar insanoğlunun emrine verilmiştir?
Bütün bu sorular ve bulduğu cevaplar onu aslına, özüne ve kimliğine kavuşturacaktır. Sonuçta ise;
“-Biz Allah içiniz ve Allah’a gideceğiz” (2 Bakara 156) hakikatine ulaşacaktır.
Bu neticeye varan insan; bunca mahlûkatın boşuna yaratılmadığını, her şeyin bir hikmet ve sebebi olduğunu düşünür. İşte bu konuda düşündürücü bir İlâhî gerçek daha:
“-Biz gökleri, yeri ve bunlar arasında bulunanları oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (44 Duhan 38)
Semadaki o binlerce yıldızın dünyadan büyük oluşlarını ve bu direksiz muazzam dünya sarayını düşünerek şöyle diyecektir:
Allah’ım yönümüzü sana döndür,
Gönlümüzü muhabbetinle doldur,
Nerden niçin geldiğimizi bildir,
Güzel adını her mekânda andır!
Bu tefekkür âlemi insana, yine Rabbinin şu sorusunu hatırlatır:
“-Nereye gidiyorsunuz?” (81 Tekvir 26)
Bunun manası; ‘niçin Rabbinizin yoluna gitmiyorsunuz’ demektir. Yine bu sorudan anlaşılan bir hakikat de, ‘insanın bir gün Rabbine döneceği ve bu gidişattan hesaba çekileceğidir.’
Rabbini unutup gaflet içinde yaşayan insan; bilmez mi ki Allah onu bir nutfeden yarattı. Anne karnında bir müddet kaldı. Orada beslendi ve büyüdü. Rabbi onu eksiksiz olarak dünyaya getirdi. Ona sebep kıldığı annesinin gönlüne şefkat ve merhamet vererek, iki yıl emzirtip bakımını nasip etti. Ağlamakla ve oyunla çocukluğu geçti. Aklı erdikçe bir şeyler öğrendi. Gençliği, evliliği de zuhur edince gurur ve kibre kapılıp, kendisini yoktan var edeni unuttu.
Bu nankörlüğünü Cenab-ı Hakk şöyle belirtir:
“-Muhakkak ki insan, Rabbine karşı pek nankördür.”(100 Âdiyât 6)
İnsan anne-babasına da iyi davranmakla emrolunur bir de. Kendisine kulluktan sonra.
Ne güzel değil mi bütün bunlar?
Hâlbuki bir gün onu ölüm yakalayacak ve İlâhî huzura götürecek;
“O (Öyle yüce Allah) ki, hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır,” (67 Mülk 2)gerçeği ortaya çıkacaktır.
Demek ki insan şu âlemde bir imtihan halindedir. Rabbini bulan ve O’na kul olan kurtulmuş, gerisi ise mahvolmuştur. Netice odur ki; insan ve hayat anlamsız, tesadüf ve başıboşluk değildir.
Ölüm de sonu hiçlik olan bir netice değil, aksine geçici âlemden ebedi âleme intikaldir. Onun için hayatı Allah’a kullukla doldurarak yaşamalıyız.
Verilen ömür sermayesini heba etmeden, yaratılış gayemizin O’nu tanımak olduğunu bilerek, yüce Rabbe aşk ile bağlanmalıyız.