Çok istemek, yapabilmenin asgari bileşenlerindendir fakat yeterli değildir. “Yaradan’ıma (cc) iyi bir kul, sevgili Habibine (sas) iyi bir ümmet, eşime iyi bir eş, çocuğuma iyi bir anne olmak istiyorum. Bunun için plânlar yapıyorum, dua ediyorum fakat bir türlü istediğim gibi istikrarlı olamıyorum” değimiz çok olmuştur. Yolcu olmak isteyen evden çıkar yola düşer. Nereye gideceğimi biliyor fakat nasıl ve nereden gideceğimi bilmiyorsam, bir süre dışarıda kalır, o tarafa bu tarafa biraz ilerler sonra gerisin geri eve dönerim çünkü yollar çoktur ama hangisi benim yolum bilemediğim için ilerleyemem ve yine başlangıç noktasına dönmek zorunda kalırım. Bundan sonra ya “Ben yapamıyorum, zaten benden adam olmaz” diyerek, önceden trans halindeki çocukluğumuzda -sen yapamazsın- diyen anne babamızın o hiç kaybolmayan sesi, en güçlü haliyle kulaklarımızda yeniden çınlar ve biz de onu kaçıncı keredir bilinmez teyit ederiz. Kendi kendimize, “Evet gerçekten yapamadın, gördün mü?” der ve yeni bir başarısızlık kaydı daha oluştururuz. Ya da, şartları suçlarız.
İnsanı etkileyen en önemli ve güçlü ses, çocukluğumuzda ve kimi zamanda yetişkinliğimizde, otoritelerimiz tarafından bizimle ilgili kullandıkları sıfat ve nitelemelerin bizim tarafımızdan kabul edilmesi ve bir iç sese dönüşerek sürekli bizi yönetmeye devam etmesidir. Yani yanlış oluşmuş içi seslerimizdir. Kendimizi iknamız çok zor olur çünkü insan inandığını savunmak üzere hep hazır bulunmuşluk içindedir. İnsan dışarıdan nasıl görüldüğünü düşünüyorsa öyle olduğunu varsayar. Ve bunu bize “Sen şusun ve şöylesin” dediklerinde, bu tekrar edilen ve inanmak zorunda kaldığımız bir etikete dönüşür. Artık öyle olduğumuza inanarak, o kalıp içinde hareket etmeye devam ederiz. Oysa bilmeliyiz ki, evet önceki kayıtlar çok güçlü ve etkileyicidir fakat bizim kaderimiz değildir. O iç sesler değişebilir ve insan daha güçlü bir motivasyonla hayatını Allah’ın (cc) izniyle değiştirebilir.
Böyle bir engelin yanında, tamamen bize bağlı hususlar da vardır. Oluş kanunlarını eksik bırakırsak, ne kadar istediğimizin bir önemi kalmaz. Her sistemin bir beslenme kaynağı vardır. Yanlış gıda alınırsa zehirlenme yaşarız. Yetersiz gıda olursa da ilerleme gücü bulamayız. Beynimizin ağırlıklı beslenme kaynağı oksijen, olmazsa ölürüz. Bedenimizin beslenme kaynağı gıdalar, olmazsa ölürüz. Aklımızın ve akli melekelerimizin beslenme kaynağı doğru kaynaklı bilgiler, olmazsa ölmüyoruz, yokluğunu da fark etmiyoruz, bu yüzden de ciddi tedbirler üretmiyoruz. Genelde kendimizi, şartları ve muhatapları suçlama kültürü gerçek sebebi perdelediği için, biz bir arpa boyu yol alamıyoruz.
Bir şeyi yapabilmek için, önce güçlü bir “Niçin”imiz, sonra da sağlam bir “Nasıl”ımız olmalı. Bu ikisine üçlü saçağı anlamına gelecek diğer husus ise, kavli ve fiili duadır. Niçin ve nasıl’ın zihnimizde bizi kesintisiz ilerletecek bir etki oluşturması için, Allah’ın (cc) izninden sonra mutlaka bilgi ile irtibatın devamlı olması lâzımdır, mutlaka. Aksi halde sadece üzülmek, çözüm değil, çözümsüzlük getirir.