Cumhurbaşkanı Erdoğan geçen gün cuma namazının ardından her zaman olduğu gibi gündeme dair açıklamalar yaparken “Suriye ile ilişkilerin yeniden kurulmaması için herhangi bir sebep olmadığını” söyledi.
Erdoğan, “Suriye’yle ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde beraber hareket ederiz. Suriye’nin iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz.” dedi.
Erdoğan’ın bu açıklamaları Beşşar el-Esed’in “Suriye’nin Türkiye’yle ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan tüm girişimlere açık olduğunu” söylemesinin ardından geldi.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da “Mültecilerin geri dönmesini önemli görüyoruz.” diyerek “iktidarı ve muhalefetiyle bütünleşik hâle gelmiş bir Suriye’nin PKK terörü ile mücadelede önemli bir aktör olacağını” belirtti.
Ankara ve Şam’dan gelen karşılıklı açıklamalar Türkiye’nin Suriye rejimiyle anlaşmasını ve mültecileri bir an önce ülkeden kovmasını isteyenleri sevindirdi.
Beşşar el-Esed’le iş birliği yapılırsa PKK’nın bitirileceğini zannedenleri de oldukça heyecanlandırdı.
Erdoğan ve Fidan’ın açıklamaları “Türk kamuoyuna oynayan Beşşar el-Esed’e cevap ve topu yeniden Suriye rejiminin sahasına atmak” ya da “Suriye topraklarında bölücü terör örgütüne yönelik kapsamlı bir operasyon öncesi Şam’a son bir iş birliği fırsatı vermek” şeklinde okunabilir.
Aksi takdirde bunlar problemli açıklamalar.
Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, daha birkaç gün önce Türkiye’nin amacının, Suriye’de 2254 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararı temelinde siyasi bir çözüme ulaşılması olduğuna işaret etmişti.
Ankara’nın Şam’la normalleşme için bazı şartları var.
O şartları Güler “Suriye’de kapsayıcı bir anayasanın kabulü, serbest seçimlerin yapılması, kapsamlı bir normalleşme ve güvenlik ortamının sağlanması” şeklinde özetlemişti.
Beşşar el-Esed’in bu şartları kabul edip yerine getireceğine dair en ufak bir belirti yok.
Ankara’nın da kısa süre önce Millî Savunma Bakanı tarafından dile getirilen şartlardan vazgeçtiği söylenemez.
Ayrıca Şam’da ipler Beşşar el-Esed’in değil, Rusya ve İran’ın elinde.
Her iki ülke de ABD kadar PKK’ya destek veriyor, kol kanat geriyor.
Dolayısıyla Suriye rejiminin PKK’ya karşı Türkiye’yle birlikte adım atmasını beklemek gerçekçi bir yaklaşım değil.
Erdoğan’ın “ruh hastası” olarak nitelediği Netanyahu’dan daha eli kanlı bir katil olan Beşşar el-Esed’e gereksiz yere zeytin dalı uzatmanın sakıncaları da var. Bu durum;
Suriye rejimi yanlılarının kara propagandasına ve Türkiye’ye gönül verenlere “Ankara Şam’la anlaştı, sizi sattı.” şeklinde sataşmasına malzeme veriyor.
Rejim güçlerinin işlediği katliamlar haklıymış ve Erdoğan sanki Beşşar el-Esed’e “katil” dediği için özür diliyormuş gibi bir algı oluşmasına yol açıyor.
Kuzey Suriye’de terör örgütüne karşı gerçekleştirdiğimiz operasyonlarda askerlerimizle omuz omuza savaşan, elimizle eğitip donattığımız insanları üzüyor.
Irkçı saldırılar sebebiyle ve her an geri gönderilme endişesiyle zaten tedirgin olan masum ve mazlum insanları korkutuyor.
Ülkelerine dönseler bile komşumuz olarak kalacak insanları pratikte karşılığı olmayan açıklamalarla incitip “duygusal kopuşa” itmenin millî güvenliğimize yarar değil, zarar vereceğini görmek gerekiyor.