Turistik mekânlarda ilginizi devamlı kılmak için küçük detaylar işe yarar. Bir yerli için bulunduğu noktanın çok önemi yoktur. Ancak bir yabancı ayak bastığı yerin geldiği ülke ile ilgisini hep merak eder. Çok uzaklarda kendi yaşadığı yere ait bir işaret mutluluk sebebidir. Kulenin tepesinde büyük bir kalabalık yukarıdaki tabelayı işaret ederek yorumlar yapıyor. Eyfel Kulesi’nde dünyanın önemli şehirlerine uzaklığı gösteren tabela başında dünyanın birçok ülkesinden gelmiş insanlar kayıp arar gibi kendi şehirlerini arıyorlar. Bulduklarında yüzlerinde büyük bir mutluluk beliriyor ve fotoğraf çekmek için yarışıyorlar.

Biz de İstanbul, Ankara var mı diye bakınıyoruz. Eyfel’in İstanbul’a 2.263 km uzakta olduğunu yazan nokta bizi de sevindiriyor. 360 dereceyle Paris’i havadan temaşa etmenin sevinciyle kuleden ayrılıyoruz. Yeni gelenler adeta artık gidin sıra bizde diyorlar. İnişte birinci katta kulenin yapılış dönemine ait daimî fotoğraf sergisinde kulenin yapım aşamalarını gösteren fotoğraflar var. Kuleyi yapan ekibin de çok sayıda fotoğrafı bu sergide yer alıyor. Böyle bir anıt eser yaparken bir taraftan da yapım aşamalarını belgelemek çok güzel bir düşünce.

Paris’i havadan görmenin yeri Eyfel, sudan görmenin yolu Sen Nehri; karadan görmenin yolu ise Sacre Coeur’e çıkmaktan geçiyor. Sen Nehri’nde yapacağınız tekne turuyla Paris’e dair yeni şeyler öğrenebilirsiniz. Nehir turunda başta Eyfel Kulesi olmak üzere Notre Dame Katedrali gibi önemli yapıların önünden geçiyoruz. Nehir çok sayıda köprüyle iki yakayı birbirine bağlıyor. Birinin üstündeki kilitler dikkatimi çekiyor. Bu kilitler nişanlanan ya da evlenen çiftler tarafından köprüye asılıyormuş. Kilidi kilitledikten sonra anahtarını Sen Nehri’ne atıyorlarmış. Kilit hep kapalı kaldığı için hayat boyu ayrılmamayı temsil ediyormuş.

Nehrin koruma duvarlarında çok sayıda yeşil renge boyanmış demir kafes veya sandık tarzında sahaflar var. Bu sahafların Paris’in yerli ahalisi tarafından işletildiğini ve satış yerlerinin tapulu mülk olduğunu öğreniyoruz. İşletmeci aileler dışında kimseye satılamıyormuş.

Notre Dame Katedrali işadamları tarafından Gotik tarzda yapılmış bir eser. Paris yenilenirken yıkılmak istenmiş, ancak ünlü yazar Victor Hugo Notre Dame’ın Kamburu kitabını yazarak yıkıma engel olmaya çalışmış ve bunda da başarılı olmuş. Notre Dame Katedrali Sen Nehri’nin kolları arasında oluşan Cite adasında bulunuyor. Katedral dış ve iç süslemeleriyle görülmeye değer bir eser.

LOUVRE MÜZESİ

Benim en çok sevdiğim mekânların başında Louvre Sarayı geliyor. Tarihin derinliklerinde yolculuk yapmak istiyorsanız mutlaka Louvre Sarayı’nı görmelisiniz. En zengin koleksiyonların bizim yaşadığımız coğrafyadan gittiğine şahit olacaksınız. Anadolu’dan, İran’dan, Mısır’dan, Suriye’den yüzlerce eser bu müzeye getirilmiş veya kaçılmış. Telif haklarına önem verdiklerini söyleyen Batılılar bu durumu nasıl hukuka uyduruyorlar, bilemiyorum.

Müzeyi tam hakkını vererek gezmek istiyorsanız birkaç gününüzü ayırmanız lâzım. Farklı zamanlarda farklı bölümlerini dolaşma imkânı oldu. Gene de her bölümünü göremedim. Bu defa yeni açılan İslâm Sanatları bölümünden başlıyoruz. Bu bölüm 2012 yılında açılmış. Sergide İslâm dünyasının her yerinden çok kıymetli eserler var.

MONA LISA

Louvre Müzesine gelenler Leonardo da Vinci’nin dünyada en meşhur eseri Mona Lisa’yı görmek istiyorlar. O yüzden küçük tablonun önünde büyük kalabalıklar var. Herkes fotoğraf çekmek ve çektirmek peşinde. Yaklaşmanın zor olduğunu anlayınca uzaktan birkaç poz da ben çekiyorum. Bir taraftan da düşünüyorum: Bu küçük tablonun gerçekten özelliği nedir? Sanat tarihçileri için mutlaka önemli boyutları vardır. Ancak benim gibi turistler için cezbeden yönü ne? Yoksa sadece ben de gördüm demek mi? Kafam karışıyor… Gençlik yıllarımızda ağzımızdan düşürmediğimiz Sezai Karakoç’un Mona Roza şiiri aklıma geliyor. Mona Roza siyah güller ak güller… Aynı bölümde devasa büyüklükte tablolar da var.

AVRUPA KÜLTÜR BAŞKENTİ İSTANBUL VE PARİS

Fransa, 1 Temmuz 2009-31 Mart 2010 arasındaki tarihleri Fransa’da “Türkiye Mevsimi” ilan etti. Bu tarihler arasında kültür sanat alanında 400 proje sergilenmesi planlandı. Aynı dönem İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olduğu zamana denk geldi. İstanbul Ticaret Odası Başkanvekili Şekib Avdagiç’in yürütme kurulu başkanı olduğu kurulda ben de danışma kurulundan seçilerek yürütme kurulu üyesi oldum. Fransa’da Türk Mevsimi İstanbul’un tanıtımı için de büyük bir fırsattı. Biz de bunu değerlendirmek üzere Sakıp Sabancı Müzesi’yle beraber Grand Palais’de Bizans’tan İstanbul’a-İki Kıtanın Limanı adlı sergiyi Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün başkanlığında kalabalık bir heyetle açtık. Sergi açılışına Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy de katıldı. Sarkozy’nin sergiye sakız çiğneyerek gelmesi beni çok şaşırmıştı. Nitekim bu davranışı Türkiye’de de gündem oldu. Sergiye dünyanın birçok müzesinden toplanan 500 kadar nadir eserle katıldık. Uzun süre açık kalan sergi 250 bin dolayında Fransız tarafından ziyaret edildi.

9 Ekim 2009’da açılan serginin akşamı Eyfel Kulesi’ni bayrağımızın renkleriyle donattık. Eyfel’in kırmızı beyaz olduğu an çok garip, güzel duygular yaşadım. Ertesi gün Kültür Başkenti projesinden sorumlu bakanımız Hayati Yazıcı ve çok sayıda basın mensubuyla Paris’i gezme fırsatı bulduk. Öğle yemeğini Pompidou Kültür Sanat Merkezi’nin üst katında bulunan ve Paris’i tepeden gören lokantada yedik. Kütüphane olarak kullanılan merkez postmodern tarzda demir kolonlarla yapılmış garip bir bina. Her tarafı metallerle kaplı binayı heyetteki arkadaşlar çok sevdi ancak benim hiç hoşuma gitmedi.

ŞAİR ŞEYHMUS TAĞTEKİN

Uzan yıllardır Paris’te yaşayan arkadaşım şair yazar Şeyhmus Dağtekin’le Sacre Coeur’e buluşmak üzere sözleşiyoruz. Şeyhmus’la Ankara Üniversitesi’nde beraber okuduk. Okulda da şiirler yazan ve yazdıklarını zaman zaman bana okuyan entelektüel bir arkadaştı. Okul bitince Paris’e sinema eğitimi almaya gitti. Yanılmıyorsam 20 sene Türkiye’ye gelmedi. 10’a yakın Fransızca şiir kitabı, bir de romanı var. Fransız dilinin büyük şairi ödülüne sahip. Romanı Türkçe dahil başka dillere çevrildi. Şiirleri henüz çevrilmedi. Yayıncılara duyurulur.

Şeyhmus’la Sacre Coeur’da buluştuk. Tepede bulunan kiliseyi gezdikten sonra merdivenlerden Paris’in fotoğraflarını çektik. Kilisenin arkasında sokak ressamları tezgâhlarını açmış müşteri bekliyorlar. Burada çok sayıda ressam var. Ressamların bulunduğu meydanı gören bir kafede oturduk. Uzun yıllar görüşmediğimiz arkadaşımla söze nereden başlayacağımı bilemiyorum. Yanımda İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Develioğlu var. Şeyhmus’la okul günlerini yad ettik, yurt ve dünya sorunları üzerine konuştuk. Şeyhmus’un ülkemize dair düşüncelerinde kafa karışıklıkları var. Biz de kendisine memleketi bir ziyaret et, eski Türkiye’den eser yok, her şey çok değişti dedik. Daha sonra Şeyhmus’la İstanbul’da görüşmelerimiz oldu. İlk konuşmalarımızdan çok farklı bir noktaya geldiğini gördüm. Bu bana şunu hatırlattı: Yurtdışına çok sayıda insanımız gidiyor ve uzun yıllar ülkemize gelmeyince bakış açıları değişiyor. O yüzden nereye giderseniz gidin memlekete sıla-ı rahim yapmayı unutmayın!

Yahya Kemal’in, Necip Fazıl’ın yaşadığı, uğradığı mekanları merak ediyorum ama olumlu sonuç alamıyorum.

LÜKSEMBURG BAHÇELERİ VE ZAFER TAKI

Paris’in ortasında park ve bahçelerle süslü Lüksemburg Sarayı ve etrafı görülmeye değer. Çok geniş bir alana yayılmış havuzlu bahçeler heykellerle ve çiçeklerle bezenmiş. Burası Paris’e yakışır bir şekilde süslenmiş, tasarlanmış. Çok sayıda turist ve Parisli de bahçelerde dolaşıyor ve sohbet ediyorlar.

Akşam yemeğini Zafer Takı’nın arka tarafında yedikten sonra Concort Meydan’ına yakın otelimize yürümeyi öneriyorum. Zafer Takı Paris’in merkezinde yüzük taşı gibi bir konuma sahip. Adeta bütün yollar Tak’a çıkıyor. Arkadaşlar teklifime itiraz ediyorlar: “Mesafe epeyce; taksiye binelim. Şurada üç lokma bir şey yedik; sen bizi yoracaksın. Sonra gece vakti yürümeyelim.” Benim ısrarım karşısında yürümeyi tercih ediyoruz. Sohbet ederek keyifli bir yürüyüş yapıyoruz. Yol üzerinde Türk Kültür Merkezi bulunuyor. Merkezin duvarında bir ekranla Türkiye’nin tanıtımı yapılıyor.

Paris’te tarihî anlamda görülecek daha çok mekân var; hepsini görmek uzun vakitler alır. Siz program yaparken kendi ilgi dünyanıza göre tercih yaparsanız rahat edersiniz. Açık havada Şanzelize’de yürümek, çevredeki tarihî dokuyu izlemek açısından faydalı olur. Tabii, yorulduğunuzda cadde üzerinde bulunan kahvelerin birinde bir yorgunluk kahvesi içmek dinlendirir insanı. Zafer Takı’ndan aşağı doğru yürümek daha rahat. Grand Palais, Elize Sarayı’nı geçtikten sonra Concorde Meydanı’na varacaksınız. Şanzelize’nin geniş kaldırımları, ağaçlandırılmış yan yolları, yoğun araç trafiği uğultulu ve bir dünya oluşturuyor.

Tarihi şehirleri daha iyi tanımanın yolu gündüz gördüğünüz yerleri akşam da görmekten geçiyor. İyi aydınlatılmış tarihi mekanlar size mistik duygular verecektir.