Son dönemde ülkemizde tanık olmak zorunda kaldığımız elem verici hadiseleri, baş döndürücü bir hızla yaşamak zorunda kaldığımız ağır ve yorucu gelişmeleri doğru anlamak için yapmamız gereken şey, öncelikle Türkiye’nin bölgesel bir aktör ve oyun kurucu vasfıyla Suriye Devrimi konusunda üstlendiği rolü sağlıklı okumaktır. 2011 yılı başlarında Esed’i, sayısız kez görüşüp reform talebiyle gösteriler yapan Suriye halkına karşı silah kullanmamak konusunda bir türlü ikna edemeyen Türkiye Hükümeti, Baas rejiminin tam tersine bir tutumla aşırı şiddete başvurup toplu katliamlara girişmesiyle birlikte açık ve net bir şekilde devrimcileri destekleyeceğini ilan etti. Bu tavrını daha da geliştirerek Esed’in yıkılması için bizatihi ciddi çalışmalar içerisine girdi. O günlerde Esed rejimini destekleyen ve kötülük kapasitesini iyi bilen bazı gazeteci ve analistler, televizyon ekranlarında ya da köşe yazılarında, Türkiye’nin bu işe müdahil olmasının yol açabileceği bela ve sıkıntıları tehdit de içerir şekilde ve açıkça dillendirmekten kaçınmıyorlardı. Türkiye Hükümeti ise yine o dönemde Esed’e karşı olduğunu ilan eden ABD ve bazı AB ülkeleriyle birlikte hareket ederek Esed rejimin devrilmesini sağlamaya çalışmakta ve yine “izin verildiği ölçüde” muhaliflere fiili destek verebilmekteydi. Rejimin katliamları sınır tanımaz bir hale gelince sesini daha gür çıkarmaya başlayan Türkiye’nin müttefikleri ise, maalesef devrimcileri ciddi manada desteklemek konusunda ayak diremeye devam ettiler. 2012 yılında başarmasına ramak kalan Suriye Devrimi’nin tamamıyla Türkiye’nin bölgesel aktörlük gücünü artırmasına yarayacağının farkına varan Batılı ülkeler, kendilerini bir bir geri çekmeye başladılar ve Türkiye’yi bu yolda yapayalnız bıraktılar. O günlerde çıkarmakta olduğumuz Sancaktar dergisinde defalarca kez bu duruma dikkat çekip Suriye Devrimi’nin bu saatten sonra Türkiye’nin de geleceği için başarmak zorunda olduğunu ve Türkiye’nin kendilerine bağlılıklarını her vesileyle bildiren devrimci mutedil gruplara silah depolarını sonuna kadar açmasının zorunlu hale geldiğini adeta haykırıyorduk. Kısa zamanda bu iş başarılamazsa ifsadi kesimlerin Türkiye’ye karşı operasyonlara girişeceklerini de apaçık görüyorduk.
Rusya ve İran, Esed’i para, silah ve asker gücüne boğmaya devam ederken, Türkiye maalesef devrimcilere sınırlı askeri yardımlarda bulunabiliyor, biraz güçlü silahlarla donatmak istediğinde ABD blokajına takılıyor ve bu engeli aşmak noktasında ise gerekli cesareti gösteremiyordu. ABD ve Batı artık Suriyeli Müslüman devrimcileri toptancı bir mantıkla potansiyel El Kaideci olarak yaftalıyor ve uzak durmayı tercih ediyordu. Öldürülen yüz binlerce insan nasıl olsa onlardan değildi. Kaldı ki o günlerde IŞİD’in adı dahî yoktu.
Türkiye’den rahatsız olan güçler, operasyona Gezi Olayları ile start verdiler ve şu ana kadar hiç durmadan devam ettiler, ediyorlar. Mısır’daki darbe, 17/24 Paralel girişimleri, IŞİD’in palazlandırılması, Suriye’nin kuzeyinin Esed güçlerince boşaltılıp PYD’ye devredilmesi ve IŞİD’le mücadele bahanesiyle desteklenip güçlendirilmesi, HDP’ye barajın aştırılması, PKK’nın barış sürecini bozması ve Rusya’nın bizatihi Suriye’ye girmesi ve en son evvelki günkü Ankara katliamı, Türkiye’nin izlediği insani ve ahlâki politikaların, bizleri ödemek zorunda bıraktığı bedellerdendir.
Neticede insani ve ahlâki politikalar izlemek, yeterli cesaret ve gerekli güçle takviye edilmediğinde mazlum kalıyor. Hissiyatı ve dünyaya bakış kodları farklı kesimlerle yol yürümeye kalkmak, bir zaman sonra hayal kırıklığına dönüşebilmekte ve daha fazla acılar çekilmesine yol açmakta. İyi olmak nedeniyle bedel ödemekten onur duyarız, amma yapabilecek şeyler varken yapılmamış olması nedeniyle ortaya çıkıyorsa bu fatura biraz da, o zaman öfkeli bir onura dönüşür ruh halimiz. Tıpkı Suriye Devrimi konusunda olduğu gibi.. Ders alıp yola devam.. Bedeli ne olursa olsun, iyilerden olmaya devam…
Selam ve duayla…..