Meclis halka gitme kararı alır almaz “Hayır” demeye başladılar. “Hayır” derken aslında Anayasa teklifine “Hayır” demiyorlardı çünkü Meclis’te yaşanan oylama, Anayasa’nın kabul edilmesi yönünde değil “Halka gidilsin mi gidilmesin mi” kararıydı. Bu durumda CHP, HDP (HDP’den kasıt PKK’dır) ve FETÖ “Hayır” derken halka bir şey sorulmasına “Hayır” demişlerdi. Çünkü “Evet” ya da “Hayır” deme yetkisi sadece millete aittir efendiler, “Kendinizi ne yerine koydunuzda millet adına cevap verme telaşına düşüyorsunuz” diye sorarlar; cevap vermeye nefesiniz yetmez.
Hayırcıları iyi incelemek “Hayır” deme bahanelerine dikkatli bakmak lazım. Kasten bahane diyorum çünkü bahane kötü niyetli insanların yol arkadaşıdır, iyi niyetli insanların bahaneleri olmaz sebepleri olur. Etrafınızdaki kötülere dikkat edin hepsinin bahanesi vardır, bahanesiz kötülük olmaz. Her kötünün kaya gibi bahaneleri vardır ve hiç kimse durup dururken kötülük yapmaz yapamaz.
Savaşlarda “Saha yumuşatma” diye bir şey yaparmış İran. Tarihi boyunca hep Müslümanlar’la savaşmış olan İran, özellikle Selçuklu ordusuyla savaşları sırasında bu saha yumuşatma saldırısını kullanırmış önce. Saha yumuşatma stratejisi iki taktik hamleden oluşurmuş.
Birinci yumuşatma hamlesi olarak Müslüman ordularının içine, konakladıkları beldelere Müslüman taklidi yapan takiyeci casuslar yerleştirilmiş. Bu casuslar inandıracak kadar uzun bir süre sadık kalırlarmış. Sonra İran, ordunun içine ve yine ordunun konakladığı ya da geçiş güzergâhı olan yerlere bulaşıcı hastalık taşıyan hastaları gönderir ve salgınlar başlatırmış.
Salgın hastalıkla mücadele etmeye başlayan halk ve askerler elbiselerini ardından taşıdıkları erzaklarını yakarak imha etmek zorunda kalırlarmış. Hastalık bulaşan askerlerin de ölüm ya da ağır hasta olmasıyla sahadaki askeri mevcut seyrelmeye başlarmış. Ama asıl vurucu darbe, salgın başlayınca uyuyan casusların ortaya çıkıp konuşmasıyla vurulurmuş. “Salgın hastalık var, şimdi savaşın sırası mı; görmüyor musunuz halimizi, bu seferde inat edersek başımıza daha çok belalar açılacak, bu başımıza gelenler yoksa bir belamı, şefkat tokadı yiyoruz, önce hastalık geçsin sonra bakarız, bu kadar derdin arasında niye sefer için acele ediyoruz” diye diye propaganda yapalarmış.
Aradan yüzlerce yıl geçti düşman aynı taktikle devam ediyor aslında. Önden PKK’yı, DAEŞ’i, DHKP/C’yi, FETÖ’yü gönderiyor canımızı yakıyor. Sonra uyuyanlar harekete geçip, “Bu kadar acının arasında başkanlığın sırası mı” diye güya vatanı düşünüyor numarasıyla propaganda yapıyorlar.
“Bahanelere dikkat etmek lazım” dedik madem, edelim o zaman. DAEŞ’i, PKK’yı, FETÖ’yü, DHKP/C’yi bahane diye kim kullanıyorsa sahayı yumuşatan düşman kuvveti midir; değil midir?
Sırası mı şimdi?
Evet, şimdi tam sırası.Basit bir soru soruyorum; Allah rızası için makul ve mantıklı bir cevap verin. Sırası olup olmadığını neye göre anlıyorsunuz? Ne olursa sırası diyebiliriz? Başkanlık sistemine geçmenin sırasının geldiğini belli eden işaretler nelerdir? Bir mevsimi mi var? Birikmesi gerek bir şey mi var?
Lafa geldiğinde yerlere, göklere sığdıramadığınız Amerika, 228 yılda 45 hükümet görmüş, bize 93 yıl gibi kısa bir zamanda 65 hükümet kurdurdunuz. Biri geldi biri gitti ve sürekli iki başlı tedirginlikle, Cumhurbaşkanı mı baş; Başbakan mı baş tartışmalarıyla krizlere boğdunuz bizi. Gençler, hep AK Parti iktidarını gördükleri için Başbakan ile Cumhurbaşkanı’nı doğal olarak uyumlu zannediyor. Ahmet Necdet Sezer’in havaya attığı bir kitapla koca memleketi nasıl tepetaklak yaptığını hatırlamıyor. O yüzden şimdi tam sırası, ya adam gibi makul açıklama yapın ya da boşuna sahayı yumuşatan casuslarla aynı dili konuşup “Sırası mı şimdi?” diye düşman çığırtkanlığı yapmayın…