Başkasını görmek ona bakmam demektir, ona bakmam yönümü ve dikkatimi ona vermem demektir. Bu benim ilgimi, dikkatimi verdiğim şeydir yani zihnimin yöneldiğidir. Bu da çoğunlukla ihtiyaç hissettiğimdir. Bu bir dizi anlık işlemler, aslında daha önceden yapılanmış bir işleyişin otomatik devamıdır. Biz bulunduğumuz ortamdaki ilk öğretmenlerimiz olan anne babadan gördüklerimizi tutuyoruz ve sürdürüyoruz. Bu usulde düşünmek ve devam ettirmek, hayatı bu pencereden bakarak anlamlandırmanın bir parçası haline gelir. Artık biz başkalarına bakıyor, beğeniyor ya da beğenmiyor, eleştiriyor, rahatlıyor ve kendi diğer iç âlemlerimize devam ediyoruz. Artık zihin buna o kadar alışır ki, her bakılanın nesi var nesi yok, nesi iyi nesi kötü, biz neyi beğendik neyi beğenmedik sıralayıp, onu da zihnimizin bir tarafına kaydedip hemen bir başkasına geçiyoruz. Bugünkü eleştirilerimizi, kıyaslamalarımızı hep bu zengin malzemelerle ve yerleşmiş bir alışkanlıkla yapıyoruz.
Akıl faydalı olanların içinden en faydalısını, iyi olanların içinden en iyisini seçip kendimize iyilik yapmak için var iken, biz var olanların içinden en kötüsünü, en beğenmediğimizi arayarak, hem karşımızdakine iyilik yapmıyoruz hem de kendimize kötülük yapıyoruz. Peki bu kadar kimseye iyilik olmayan hatta her iki tarafa da kötülük olan bir şeyi niçin ısrarla yapıyoruz? Çünkü aklımızı nasıl kendimiz için çalıştıracağımızı bilmiyoruz. Çünkü kendimizle ilgilenecek kadar bilge olmayı seçmiyoruz. Çünkü kendimizi daha iyi hale getirmek ve bunun içinde iyi düşünen, doğru yaşayan insanlar neler yapıyor, hayatlarına bu iyiliği nasıl taşıyorlar ve o iyiliklerle nasıl yaşıyorlar, bunları öğrenme derdinde değiliz.
Çünkü Kur’an’a ve Rabbimizin (cc) sıfatlarına yabancıyız. Kur’an-ı Kerim’i okumak, bazı ayetleri anlatmak, öğrenmek değildir. Çaya şeker katınca çay tatlanmıyor, karıştırınca tatlanıyor. Biz bilgileri alıp zihnimize atıyoruz fakat hayatın içine karıştırmıyoruz. Allah (cc) Rasulü’nün (sas) tarzı evde konuşurken yok, çocuklarla muamelede yok, eşimizle irtibatta yok, bir sorun çıkınca yok, çok kazanınca yok, kazandığımızı kaybedince yok, insanlar arası ilişkilerde yok, helâl haram sınırlamasında yok, ölçüp tartarken yok, akraba ilişkilerinde yok. Peki bu din ne zaman hayatımızda var olacak? Biz ne zaman musallada dosdoğru yatmadan önce hayatın içinde doğrulacağız? Bir kitabımın ismi “Eşimi anlamak istiyorum”. Bazı hanımefendi ve beyefendi okurlarım kitabı alırken, “Bunu alayım da eşim beni anlasın” diyerek biraz da esprili bir şekilde alıyorlar. Ben de, “Bu kitabı kendiniz için yazdım” diyorum çünkü “Bilginin amacı doğrultmak değil doğrulmaktır.”
İyi yönlerini görmediğim kişiye değil kendime kötülük ettim. Oysa o kişinin doğruları da vardı. Bu olumsuzlukları o kişide görünce, ona karşı olumsuz hisler besledim ve gözümdeki değeri düştü. Bilelim ki, gözümüzden düşenler sözümüzden de düşer.
Beni hiç ilgilendirmediği halde bir insandaki olumsuzlukları toplayıp zihnimi kirlettim. Ne kazandım? Param artmadı, sevabım artmadı, iyi vasıflarım artmadı, o kişiyle aram daha iyi olmadı, kendimin psikolojisini düzeltmedim. Daha anlatmaya, başkalarını incelemeye ve olumsuzları görmeye devam edeyim mi?