“Çocuktum ve pek çok şeyi bilemiyordum. Ben yanlış yaptıkça annem bağırıyordu, annem bağırdıkça elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Annem de ‘Ben sana söylediğim halde düzgün yapmıyorsun, sen benim inadıma böyle davranıyorsun’ diye bana çok eziyet etti, şiddet kullandı. Annem beni konuşturmuyor ve dediğimi yapmak yerine hala konuşuyorsun derdi. Kendimi savunmama müsaade etmezdi. Hep içime attım, kendi içimde öfkemi yaşadım. Ne zaman annem adımı seslense, acaba şimdi neye kızacak diye ödüm kopuyordu. Annemin bana sarılmasına, oğlum demesine o kadar çok ihtiyacım vardı ki. Fakat annem tek bir şey biliyordu, sürekli eksik aramak ve bağırıp çağırarak küçük düşürmek. Artık bana bütün anneler, hatta bütün kadınlar annem gibi geliyordu. Şimdi evliyim ve eşimi gördükçe annemin yaptıklarını hatırlıyorum. Eşim çok iyi ve masum biliyorum, ama kendimi bundan kurtaramıyorum. Annemin şahsında bütün kadınlara tepkiliyim ve eşimi sevemiyorum.”

Sevgi kaynağı ile korku kaynağı aynılaşırsa, korku ağır basar ve akıl bu çapraz ateş karşısında siner, pusar ve gelişemez. Duygular çok örselenir. Beslemesi ve koruması gereken kaynağın kimyası değişir ve beslemek yerine aç bırakır, koruması yerine zayıflatırsa; yürek adeta nefes alamaz. O kimse kabına sığamaz, bunalır, üzüntüsü dolar taşar. Güvendiği dağlar karla dolmuş, sevgi pınarına giden yollar kapanmıştır. Sevmek ile nefret etmek, yakınlaşmak ile uzaklaşmak arasında gidip gelen çocuk ya da genç, ev dışında bu acıyı dindirecek vesileler arar. Ya da içe dönük yaşayarak, yüreği kin ve üzüntü ile kararır, dünyaya bakışı değişir ve kendisi dahil herkes ile arası açılır. Artık iç savaş başlamıştır ve bu dinmeden, kendisi ve başkaları ile barışık yaşaması pek mümkün olamayacaktır.

Anne dediğin bir okyanustur, deryadır. Yavruları, eşi, ve onunla ilişkili herkese bu okyanus hayat versin diye. Baba ise, dağ gibi sırtını dayadığı dayanağıdır çocuğun. Bu ikisi ile sevgi ve güven ilişkisi gelişemezse, acil ihtiyaçlar karşılanamazsa; hayatın dümdüz yollarında sendeleyerek yürüyen yetişkinler var etmiş oluruz. Vücudundaki her hücreye sıkışmış psikolojik rahatsızlıklar, ortaya çıkmak için, gönül güneşinin bulut arkasına sinmesini beklemektedir. Aslında o güneş anlık olarak görünmekte ve hemen yine saklanmaktadır. Böylece, allak bullak olan psikoloji ilaçlarla, terapiyle günlük rutinlerini yapamaya çalışır hale gelir.

Kendi içindeki sevgi güneşini, annelik rolü zannettiği kadife perdeleriyle kapatmış olan anneler, önce kendilerini karanlıktan kurtarmalılar, önce kendileri aydınlanmalılar ki, başkalarına da bu aydınlık ulaşsın.

İnsan, sevginin çocuğudur aslında. Her hücresi gıdadan çok sevgi ile beslenir. Gözleri sevgi ile görür ve sevgi ile hayatta yol alır. Anne ve babalar, çocuklarımız sevgisizlikten yolda kalıyorlar farkında mıyız? Rollerini yapamıyorlar görebiliyor muyuz? Bakışları ile feryad ediyorlar, duyabiliyor muyuz?