Ne hikmetse bir zihniyet, bu ülkede zaman zaman hortlayıp-durmaktan bıkmamışa benziyor. Bir kuvvet bizi tarihsel hatalarımızdan çekip-çıkarmaya gayret ederken diğeri de tekrar aynı hatalara geri dönmemiz için adeta zemin yokluyor.
Danıştay’ın gerekçesini hangi “bilimsel” zemine oturttuğu gerçekten çok tartışılacak bir konu. Ayrışmayı tetikleyen konuların, “birliktelik” sağlayacağını savunmak, hiçbir nesnel akılla izah edilemez. İmparatorluk bakiyesi bu topraklar, her dönemde çok dinli ve çok etnisiteli olmuştur.
Bu türden heterojen yapılı toplumlarda, birlikteliği sağlamanın ne olduğunu geriye dönerek dedelerimizden öğrenebiliriz. Faklı din ve inanışlara karşı nasıl vaziyet alarak farklılıkları yönettikleri gayet açıktır. Sadece yönetirken değil, bırakmak zorunda kaldıkları toprakları terk ederken dahi, orada yaşayan din ve mezheplerin yaşatılması için güvence talep etmişlerdir.
Bu hassasiyet bir Müslüman’a dini tarafından emredilir çünkü. Endülüs terkedilirken istenen garantilerde de, Selanik’in teslim şartlarında da aynı garantiler istenmiştir; garanti verenlerin sözlerinde durmayışları ise Batı’nın her dönemde ve her faklı alanda benzer riyakârlıklarının kanıtıdır.
“Andımız”ı yaşatmak isteyen zihniyetin öncelikle bu “Ant”ın hangi zeminde ve ne için dayatıldığını topluma izah etmesi gerekir. Andımız’ın mimarı Dr. Reşit Galip ve onun etrafında cereyan eden zihniyeti hatta Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1929’da Milliyet’teki köşesinden ilk startını verdiğinde, “Kemalizm”in ana felsefesini, bugün bize iyi anlatmak zorunda. Mademki Danıştay yasamanın yetki alanına girmiş, yetmemiş birde tarih ve sosyolojiyi içine katmış o zaman bu izahları da yapıverseymiş. Topyekun bir hizmet olurdu belki.
Bu ülkede “Kemalizm” diye bir dayatma olmadı mı; ya da“tek-tip”leştirme politikaları? Bütün bunları tek tek yazmak bu yazının hacmini aşacağı için detaylandırılamadı. Fakat kısa ve yorucu olmayan bir araştırmayla bunlar çok kolay bir şekilde bulunabilecektir.
Osmanlı zihniyetini yok etmek isteyenler, onu var etiğini düşündükleri her şeye karşı bir savaş ilan ettiler adeta. Bunun içerisinde “ümmet” fikrini tesis eden İslâm’da vardır. “Kemalizm mezhebi/tarikatı” diyerek yolu açmaya başlayan Falih Rıfkı’yı bu zeminde çok geride bırakanlar da vardır, ne yazık ki.
İslâm inancının getirdiği “sonsuzluk” fikrinin yerini doldurmak, ondan boşalan manevi zemini yeniden inşa etmek için icat edilmiş ve tarihsel bakiyesiyle bağları koparılmış “Yeni Türk”ü ve onun “dua”larını, artık herkes çok yakinen biliyor bu ülkede. Bu çalışmalar öyle usulsüz ve ispatsız mesnetsiz de değiller artık. Doktora tezi seviyesinde birçok çalışma var yani. Silinmek istenen hafıza hamdolsun uzmanlar tarafından geri kazandırılabildi. Tabiri caiz ise “yemiyoruz” artık bunları…
Danıştay üyelerimiz, verdikleri kararın neden bu toplumda mâkes bulmadığını ve neden tepkiyle karşılandığını merak ediyorlarsa bu kaynakları tetkik edebilirler. Bu millet tarihsel kodlarını zedeleyen, parçalayan, acıtan, inciten hatalarından, hatta derin tartışmalarından çıkmaya çalıştıkça birileri de yine adeta “ant” içmişçesine bunları yeniden sahneye sürüyor.
Tıpkı ramazanda huzurumuzu mahveden, kadim ama saçma tartışmalar gibi. Hiçbir sonuca bağlanamayacak kadar mantıksal tutarlılıktan uzak oldukları için de tartışma bir türlü bitemiyor. Bitemeyen bu tartışmalar ise toplumsal huzurumuzu zedelemeye yetiyor maalesef. Belki istenen bu olduğu için ve onlara “kâfi” geldiği için de bundan vazgeçmiyorlar.
Gerçek “birleştirici”nin ne olduğunu çok daha nesnel ve ikna edici bir zeminde aramak gerekir. Türeyiş kodları arızalı, türetenlerin ise zihniyetleri belli iken, birilerinin bunu tekrar dayatması da bir o kadar üzücüdür.
Yargımızın bu kararı tekrar gözden geçirmesi ve milletin vicdanını rahatlatması gerekir. Aksi halde milletin sevinmediği bir karar ancak bu ülkeyi sevmeyenleri sevindirecektir.