2016’nın sonuna kadar “yeni Anayasa” konuşacağız, bu belli oldu. Konuşalım tartışalım ama daha ilk düğmeyi yanlış ilikleyerek başlıyoruz hep bu konuşmalara ve sonra yediğimiz kazıkla kalakalıyoruz. Farkında mıyız bilmiyorum; ama hepimiz Anayasa konusunda kandırılıyoruz.

Anayasa’da kuralların yazılmak zorunda olduğu yalanını ilk kim söyledi? Bu bir yalan! Kural yazmak zorunda değiliz, bilakis hiç yazmamalıyız. Kural denilen “şey” değişebilir, geçerliliğini yitirebilir, tam tersine dönebilir.

Dün doğru olduğu zannedilen, vehmedilen yahut mecburen kabul edilen her şey bugün yanlış olabilir; hatta yarın öyle bir konu olmayabilir bile. O yüzden kurallar kanunlara yazılır ve yasama diye organik bir yapı, ihtiyaca göre bu kanunları sürekli değiştirir, günceller. Elinizdeki en yeni Anayasa’yı getirin bana; o gün çok önemli zannedilen bazı bölümlerini en kötü ihtimalle bir ay sonra çürütebilirim. Bir yıl demedim; çünkü bir veya bir kaç yıl sonra yarısından fazlası laf kalabalığına dönüşmüş, sonunda hepsi değersiz bir zırva haline gelmiş olabilir. Ne yapacağız, her seçimden sonra Anayasa mı hazırlayacağız?

Tam olarak ne olduğunu kimsenin tarif edemediği ‘denge’ diye bir putun hatırana bazı kelimeler girecek, bazı kelimeler çıkacak. Kim garanti etti bize yarın hâlâ o dengelerin geçerli olduğunu ve daha ötesi o dengelerin güçlü olacağını? Dengelerin gücü adına iş yaptığımız için kaybediyoruz. Dengelerin gücü adına değil, Hakk’ın gücü adına çalışmamız lâzım.

Kim bu dayatmaları yapan ve hangi sakile bize bir Anayasa şekli dayatıyor? Biz niye isyan edemiyoruz, dayatılan bu biçimlere ve şekillere? Bu dayatmalara neden boyun eğiyoruz? Ne zaman bu kadar zayıfladık ya da bizi kim ikna etti, her talimata uymak zorunda olan zayıflar olduğumuza?

Anayasa pek tabii bir metin olabilir. Başı “Besmele” ile başlayan ve sonu “İnşaallah” ile biten düz bir metin. Maddesiz, kuralsız herkesin inandığı bir metin. Bir memleket hayalidir Anayasa. Bir tekliftir. Niye bütün dünyaya bir teklif getiremiyoruz?

Bütün ezberleri yıkın! Bütün dayatmalara isyan edin! Bütün kalıplara başkaldırın! Sonunda bir besteyi koyun mesela Anayasa’ya. Yarın değişecek kurallarla debelenmek yerine niye ortaya bir vizyon koyamıyoruz? Bir araya gelelim ve bir memleket hayali kuralım. Hayalimizi dünyaya teklif eder gibi ilan edelim. Çerçeve değerlerimizi yazalım.

Kandırılıyoruz; çünkü insan acizliğini ciddiye alıyoruz. 19. yy başına kadar bütün evrenin dünya etrafında döndüğünü zanneden cüretkar insanın acizliğini ve ölümcül gafleti referans alan hiçbir metni ben ciddiye almayacağım, herkesten özür dilerim.

————————————————————-

Hadi Demirtaş’ı temizleyelim

Demirtaş, PKK’nın kazdığı hendeklere düşmüşmüş. PKK eylem yaptığı için HDP kaybetmişmiş. Yazık! PKK eylemsiz bekleseydi Demirtaş Başbakan olacak adamdı yani öyle mi? Ayıptır! Ağzınızdan çıkanı kulağınız duyuyor mu sizin?

Canı en çok yanmış olanlar, konuşsak PKK’dan nefret ettiğini söyleyenler dillendiriyor birde bu lafları şaşkınlıkla izliyorum. Ya ne dediğini bilmiyor bu adamlar ya da kırdılar kafayı Demirtaş cilalama işine girdiler.

Çorapla eve girmeler, saz çalmalar, ezberlenmiş kafiyeli demeçler yani bin bir türlü melun nefessiyle şişirilmiş Demirtaş balonu 1 Kasımda patlamıştır. Boşuna üfürmeyin yeni adamların peşine gidin.

“Kötü olan PKK, Demirtaş aslında mis gibi”stratejisini yeniden piyasaya sürenlere sesleniyorum: Ayağınızı denk alın efendiler, fena halde pis kokuyorsunuz ve kokunuz çok uzaktan bile alınıyor.

————————————————————-

O değilde, gökten zembille inen kenarları boncuklu dokunulmaz adamlar ne olacak?

Tehdit eden, şantaj yapan, iftira eden, şaibe çıkartan, salyalarını sıçratarak küfreden, ırkçılık yapan, inançları aşağılayan, yalan ve asılsız bilgileri yayan, “para ver haberini yapmamayım” derken lüks restoranlarda kadeh tokuşturan, “neka ekmek oka köfte” diye aldığı paraya göre makale yazan adamlar var ve bu adamlar “gazeteci” oldukları için laf söylemeyeceğiz öyle mi?

-Niye?

-Çünkü onlar gazeteci!

-Ne demek yani? Bilmediğimiz bir kutsiyetleri mi var?

-Gazeteci işte onlara dokunmak yasak.

Gökten zembille mi indi bu gazeteci tayfası! Onları özel ve dokunulmaz yapan nedir anlamadım ben. Nereleri boncuklu bunların?

Yok öyle bir şey! Gazeteci üstün de değildir, dokunulmaz da. Mühendisten, taksiciden, doktordan, esnaftan ne farkları var bu insanların? Tam olarak hangi konuda benden üstün bu gazeteciler ve tam niye dokunulmazlar? Gazetecilerin kendi kendine uydurduğu bu “gazeteci” efsanesi kararlı bir fiskeye bakar. Siyasi olmasına da gerek ayrıca. Vurun fiskeyi patlasınlar.

————————————————————-

Aynı anda hem HDP’den hem de MHP’den oy alan AK Parti kurtuluşun işaret fişeğidir

1 Kasım seçimlerinde AK Parti’nin aynı anda Türk ırkçısı ve Kürt ırkçısı söylemleri olan bir partiden oy almış olması vatandaşların ırkçılara ve faşistlere prim vermediğinin resmi tescilidir.

Avrupa’da yeniden canlanan ırkçı faşizm dalgası Anadolu’da duvara toslamıştır. “Bizim ırkımızdan olmayanları öldürelim”, “bizim dinimizden olmayanlar teröristtir” “göçmenleri asimile edemiyorsak geldikleri yere gönderelim” söylemleri Batı medeniyetinin yeni mottosu ve bu Avrupalılar buna oy veriyorlar. “Mezhepçi Sosyalizm” kurulma aşmasını tamamladı ve bir süredir yeniden tanımlanmış sosyalist çözümlemeleri dolaşıma girdi bile. Alevi Sosyalistler, Katolik Sosyalistler, Sünni Sosyalistler, Ateist Sosyalistler vs… başlıkları altında solculuk yapılıyor artık. Irkçılık kanseri bu sefer Avrupa içinde yayılmaya başladı. Bu durumdan ya kurtulacaklar yahut birbirilerinin kanını emerek, devrim mücadelesi adı altında kan dökmeye başlayacaklar. Dünyanın bu kanserlerden kurtulup normalleşmesi için çoğunluğun ırkçılara karşı tepkili olduğunun dünyaya ilan edilmesi gerekiyordu. Bu anlamda 1 Kasım seçim sonuçları onurlu insan mücadelesinin umudunun ilanı olarak önemli bir işaret fişeğidir.