1961 yılında Anadolu’nun ücra köşelerinden, Türkiye’de hiç büyük şehir görmeden tahta sandıklarla binlerce insan rızıklarını kazanmak üzere Almanya’ya göç ettiler. Para biriktirip biran önce ana kucağına, baba ocağına dönme heyecanı ile gittiler. Gittiler ancak 58 yıldır gurbet bitmek bilmedi… Dilini, dinini bilmedikleri dünyada tek sığınakları fabrikalardaki makineler oldu. Fabrikaların yanlarında barakalarda bitlendiler, pirelendiler ancak elin gâvuruna rezil olmamak için sineye çektiler. İlk giden kuşaktan bir beyefendi artık yerinde yeller esen bir fabrikanın yurdunda bitlenmekten bizar düşünce dertlerini anlatmak için bitleri kibrit kutusuna koyarak yöneticiye gösterip meramlarını anlattıklarını ifade ederken gözyaşlarını tutamıyordu.
Birinci kuşak binbir meşakkatte katlanarak para biriktirip memlekete dönme telaşındaydı. İbadet yerleri için bodrum katları seçiyorlardı. Yine birinci nesilden milletvekilliği yapmış solcu bir beyefendi “Biz örgütlenmeyi merdiven altlarına mescit yapanlardan öğrendik “ Bugünde kimliğini koruma başarısını gösterenler bodrum katlarda mescit yapanların torunlarıdır.
Yaz aylarında memleketlerine dönen gurbetçiler köylerine “Almancı” olarak döndüler. Memlekete dönerken lüks kıyafetlerle akrabalarının yanına varıyor ve de hayranlıkla karşılanıyorlardı. Yalnız başlarına gittikleri gurbete tek başlarına dayanamayacaklarını anlayınca eşlerini ve çocuklarını da yanlarına aldılar. İkinci ve üçüncü kuşak bu gelgitleri yaşadı. Almanya’da kapı dışarı edilmesi gereken Türk, Türkiye’de Almancı makasında sıkışıp kaldılar…
Birinci kuşağın yaşadıklarını en güzel anlatan eserlerden bir tanesi gazeteci Günter Wallraff tarafından yazılan En Attakiler kitabıydı. Türklerin 1980 yıllarda nasıl zor şartlarda çalıştıklarını ve Almanlar tarafından nasıl hor görüldüklerini anlatıyor. Yazıyı zihnimde tasarlarken sosyal medya yoluyla kültür adamı arkadaşım Fahri Sarrafoğlu’ndan bir mesaj aldım. “Almanya’daki Türklerin durumu ile ilgili çok özel çalışma yapıp, onlarla birlikte yaşayarak kitap yazan gazeteci GüntherWallraff (76) üç gün evvel bisikletten düşmüş, 2 litre kan kaybetmiş, ameliyat saatler sürmüş. Günther beye geçmiş olsun diyorum. Onun En Attakiler kitabından çok şey öğrendim.” Ben de Fahri kardeşimin dileklerine katılıyorum. Kitabın kapağındaki kasklı maden işçisi hala hafızalarımızda.
Bugün Almanya’da 3,5 milyon Türk toplumunun bir parçası olarak yaşamaya devam ediyor. 4. kuşak Almancaya hâkim, kendine öz güveni yüksek bir nesil olarak Almanya’nın sosyal, ekonomik, siyasal hayatına değer katıyorlar. 100 bin kadar Türk işletmesi 500 bin kişiye istihdam sağlıyor, Alman ekonomisine katkı veriyor. İletişimin ve ulaşımın kolaylaşması nedeniyle karşılıklı çok güzel organizasyonlar yapılıyor. Birinciliği Ruslara kaptıran Alman turistlerin bu sene yine birincilik bayrağını alacakları söyleniyor.
MÜSİAD Hessen Şubesi’nin organize ettiği İnşaat ve Emlak Fuarı’na 80 firma katıldı. Fuarın açılış konuşmalarında bir hatip katılımcılara Almancı diye hitap ettiği için özür dileyerek düzeltme yaptı. “Biz Almancı değiliz Almanya’da yaşayan Türk toplumuyuz” Almancılıktan ve Almanya’dan bu konuma gelmenin bütün emarelerini görüyoruz buraya gelenlerde. Fuarın açılışında MÜSİAD Genel Başkanı Abdurrahman Kaan, Türkiye’nin Almanya Büyükelçisi Ali Kemal Aydın, Frankfurt Başkonsolosu Burak Karartı, Ticaret Ataşesi Tansu Günendi ve çok sayıda işadamı hazır bulundu.
Bu kadar yoğun ilişkiye rağmen Alman Devleti’nin Türkiye’yi terör örgütlerine ev sahipliği yaparak sıkıştırmasını anlamakta zorlanıyorum. Bir dost “Almanya’yı sadece Almanlar yönetmiyor. Alman basınının kimlerin elinde olduğuna da iyi bakmak lazım.” Gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir boyut. Alt düzeyde kurulan iyi ilişkileri üst düzeyde de sağlamanın yollarını bulmak gerekiyor.