Öncelikle şunu vurgulamak isterim: Bir Müslümanın hayatının merkezinde dini olmalı ve bu merkez asla periferiye itilmemeli…

Şu ya da bu sebeple seküler amaçlar “merkez” haline geldiğinde, Müslümanın hayatında çok ciddi yalpalamaların olduğu muhakkak…

Müslüman merkezini seküler alana kaydırdığında, Allah’ın ve tabi ki onun emirlerinin etkisinin azaldığı bir alana da intikal etmiş oluyor; netice itibariyle…

Nitekim sekülerleşme sadece Müslümanları tehdit eden bir problem olarak da değerlendirilemez; bir Hıristiyan dindarın da en çok endişelendiği tehditlerden biridir…

Bu minvalde başlığa çektiğim cümle de Dostoyevski’ye aittir…

Modern insan “özgürleşme” adı altında inançlarından uzaklaşırken her türlü meşrulaştırma aracını kullanmaktadır…  

Hıristiyanlar, Protestanlık diye bir mezhep geliştirerek servet biriktirmenin yolunu açtılar. Aksi halde bugün kapitalizm denen vahşi sömürü düzeni gelişemezdi…

Batı için bu dönüşün çok ciddi bir paradigmal sapmaya işaret eder. Daha önce din eksenli -Haçlı Seferleri- olarak devam eden istilaların yerini ekonomik sömürüye dayalı istilalar almıştır…

Batı’yı örnek alan Müslümanların Kapitalizmle tanışması da bizi etkileyen sürecin başlangıcı oldu…

Huzuru ve mutluluğu parada, makamda arayan Müslüman, merkezini seküler sahaya taşıyınca “şaşı”lık da ortaya çıkmış oldu… Dünya ile ahiret arasına sıkışan bir Müslüman şaşılığıdır bunun adı…

Zira bugünlerde bazılarımızın yaşadığı savrulmayı da bu hakikat üzerinden değerlendiriyorum… Merkezini koruyan bir Müslümanın savrulması söz bile konusu olamaz…

Modern dünyanın belirsizliğinde “özgürlük” arayan bir seküler Müslümanlık, önüne çıkan yolardan hangisine gideceği konusunda da ciddi bir yabancılık içerisindedir…

Geleneğinden ya da alışık olduğu zeminden koparak, yabancısı olduğu ve takip edemeyeceği bir hızda değişen modern çağa ayak uydurması imkânsız olan bir Müslüman, “değer katili” bir düzenin eline kendi rızasıyla düşmektedir…

Oysa merkezini koruyan bir Müslüman, “Eğer bir yerde Allah varsa orada sonsuz da ihtimal var” hakikatini işaret eden bir motto ile gerçek özgürlüğü bulmuştur…

Zira Alla ile özgürleşen bir Müslüman için dayatılan her türlü dünyevilik ciddi bir esarettir…

Dünyevi hiçbir sistem gerçek bir mutluluk kaynağı olamaz… Sahte dünyevi başarıların sarhoşluğuna kapılan bir faninin, kayıplarla yaşayacağı savrulmalar ve hayal kırıklıkları, telafi edilemez bir buhranı da çağrıştırabilmektedir…

Araçlar önemsizdir denemez, lakin amaç haline de getirilemez… Amaç da bellidir araç da… Bunu anlamanın yolu merkez ve çevre ayırımını iyi yapmaktan geçiyor…

Asıl diyarımızdan vaz geçip, göçebe olduğumuz diyarlara özlem duymanın hatta oraya yerleşmenin getirdiği savrulmadır yaşadıklarımız…

Anlamımızı yeniden bulmak için gerçek “merkez”imize avdet etmek zamanıdır zira… O merkez vefanın, samimiyetin, cömertliğin, tevazunun, adaletin hüküm sürdüğü en doğru merkezdir bizim için ve insanlık için…

Ve orada her şey mubah değildir; Allah her yerdedir ve hiçbir yerde de her şey mubah değildir…