ABD, Rus yapımı S-400 hava savunma sistemlerinin Türkiye’ye gelmeye başlamasının hemen ardından, Güney Kıbrıs’a 1987 yılından beri silah ambargosunun kaldırılmasını düzenleyen yasayı kabul etti. İlgili yasa, ABD’nin Rum tarafına askeri eğitim adı altında yardım etmesinin ve adaya silah satabilmesinin önünü açıyor. Ancak anlaşma gereği Güney Kıbrıs, ABD’den silah satın alma yoluna giderse, buna mukabil Rusya’ya ait savaş gemilerinin kendi otoritesi altındaki limanları kullanmasına müsaade etmeyecek.

Kıbrıs tarihi üzerine az çok bilgisi olanlar bilirler ki Rusya ile Rumlar arasında yarım asrı aşan güçlü bir işbirliği söz konusudur. O nedenle ABD’nin Türkiye tehdidini öne sürerek adaya askeri açıdan yerleşme planı, kolayca hayata geçirebilecek bir durum değildir. Fakat buradaki akıl farklı bir hesaba hizmet ediyor. Zira Doğu Akdeniz’i ilgilendiren hiçbir meselede Türkiye tarafından teklif edilen, “ortak komite, ortak çalışma grubu” şeklindeki önerilerin gündeme dahi alınmadan ret edilmesi, bu ince hesaptan ileri gelmektedir.

Beyaz Saray’ın ilk etapta Türkiye’ye patriotları satmaması, PYD’ye silah desteği vermesi, Kıbrıs’ı silahlandırma girişimleri, adayı NATO’ya katma düşünceleri ve son olarak da Ankara’nın S-400 hava savunma sistemini tedarikinden dolayı Türkiye’yi F-35 programından çıkarma kararı, hangi müttefiklik ilişkisiyle izah edilebilir?

ABD’nin, NATO içerisinde anahtar bir müttefik ülke konumundaki Türkiye’yi Ortadoğu’da hızla yalnızlaştırma ve onu “çok endişe duydukları” Rusya’yla daha sıkı bir işbirliğine itme stratejisinin rasyonel gerekçesi, acaba ne olabilir? Kaldı ki Türkiye, F-35 programının ana ortaklarındandır. Söz sahibidir. Böyle bir ortağın, program dışına çıkartılması hukuki açıdan sakıncalı bir karardır. Ama bu kimsenin dikkatini çekmeyecektir.

Türkiye açısından önemli bir dönemeç de “Türkiye’nin NATO’dan çıkması ya da çıkarılması” gibi bir tartışmanın içerisine çekilmesi olacaktır. Bu noktaya dikkat etmek gerekiyor. Türkiye’nin NATO üyesi kalmaya devam etmesinin kimleri rahatsız ettiğini iyi bilmek ve ona göre politika üretmek önemlidir. Her türlü ihtimal sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Diğer taraftan ABD ve AB kanadından gelen yaptırım kararlarının Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de hidrokarbon faaliyetlerini sürdürme kararlılığını hiçbir şekilde etkilemeyeceği ortadadır. Çünkü Türkiye bu hususta, uluslararası hukuk kaidelerine uygun hareket etmektedir. Bu nedenle geri adım atması çok olası değildir. Geri adım atarsa zaten kaybeder.

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de artan varlığından rahatsızlık duyan aktörlerin, Türkiye aleyhine uluslararası arenada yürüttüğü hasmane propaganda, bölgesel ihtilafların dostane bir şekilde çözüme kavuşturulmasına ve tırmanan gerilimlerin önüne geçmek için diyalog kurulmasına ve böylece yeni müzakere kapılarının açılmasına engel oluşturmaktadır. Bu kötü niyetli tutumların varlık sebebini irdelemek elzemdir.

Uluslararası ilişkiler sahası zor bir alandır. Türkiye için daha zordur. Çünkü Türkiye’ye karşı önyargıların birbiriyle yarıştığı çetrefilli bir ilişkiler ağı söz konusudur. Bu tarihi sorunların her dönem Türkiye’nin baş ağrısı olduğunu unutmamak gerekiyor. Türkiye’nin bu çok cepheli diplomasiyi tüm incelikleriyle yönetmekten başka seçeneği yoktur. Yeter ki olaylara tek yönlü bakmasın!