Elektriği olmayan bir evde gaz lambası ışığıyla yaşayanlar, hayatı daha muhabbet dolu sürdürüyor. Öte yanda hızlı e-posta alışverişi, sosyal medya platformlarındaki yapmacık tavırlar suni meşguliyet sağlıyor.
Bir araştırma sonucu infografisi gösteriyor ki; insanların yüzde 35’i yaşadığı an ve deneyimleri sosyal ağlarda paylaşma çabasındayken; birçok “özel anı” kaçırıyor. Bir bağımlılık hâlindeki insanlar, paylaştıkları iletiler beğeni aldığında, takipçi sayıları arttığında ‘sanal gıda’ almışçasına mutlu oluyor, aksi durumda depresyon içinde bulunuyor.
Elektriği olmayan evlerde gaz lambası ışığıyla aydınlananlar, hayatta daha idareli, iradeli oluyor. Diğerleri gündelik hayatta karşılaştığı her sıkıntı anında, örneğin kuyruğa girip beş dakika bekleyince ya da arkadaşı gelene kadar bir yerde tek başına otururken, elleri doğrudan telefonuna gidiyor. Kitapta bunun için “zihinsel enkaz” deniyor.
Kendi hayatından başkasını önemsemeyen ve nedense dünyadaki bütün dertlerle ilgileniyormuş gibi görünüp ‘destek’ toplayan; ancak kapital sermayenin ‘oturduğun yerden kalkmaman’ için oluşturduğu pasif direniş sayfalarındaki tutsaklar, sözüm ona “sosyal kuşak…”
Ne tuhaf nesil, ne acayip çağ! Herkes kendini eğleniyor zannediyor Facebook, Twitter, Instagram, YouTube, Tumblr, Pinterest, Flickr, Snapchat’te… Oysa hepsi de can sıkıntısından ne yapacağını şaşırmış gibiler.
Elektrik yokken titrek gaz lambası ışığı evlerdeki insanları ısıtır, zayıflığına rağmen “ağırbaşlı” yapardı. Şimdi ise internet ile ilgili her şeyin sorgusuz suâlsiz ‘yenilikçi’ addedildiği bir dönemdeyiz. Her e-posta anında cevap bulurken; sosyal hesaplarda aktif olmak takdir ediliyor, bunlara mesafeli durmak ise şüpheyle karşılanıyor. Sosyal medya kullanıcıları arasında en mahrem alanlar ortalığa saçıldı, hayatlar metalaştı, insanların beğenisine açıldı perde gerisindekiler.
Sanal dünyadaki “hafiflemiş” karakterler, elektriğin olmadığı kasabalardaki insanlardan daha üstün ve daha şanslı değiller. Öyle ki; Facebook, Twitter, Instagram, Google gibi sitelerin onları bir data olarak algıladığı ve özel yaşamlarını sermayeleştirip satılığa çıkardığından habersizler.
ABD eski Başkanı Barrack Obama bir konferansta, siyasete ilgi duyan öğrencileri sosyal medya kullanımlarıyla ilgili uyarıp, “Lise boyunca yaptıklarımın fotoğraflarına sahip olsaydınız, muhtemelen ABD Başkanı olamazdım” demişti.
Yani silahın keşfedilip mertliğin bozulması gibi sosyal medya bulunmasıyla, samimiyet azaldı, duyarlılık kalmadı. Televizyon keşfedilirken de edep ve saygı yitirilmişti. Tıpkı gökdelenler dikilmesiyle, komşuluğun bitmesi gibi…
Bir düşünür “Külli icadın muzır” demişti. Sözde medeniyet gelince, “insanlık” öldü. Kadınlar katledilirken, tanıkların müdahale etmek yerine duygusuz ve ruhsuzca ellerindeki telefonlarla kayda girmesi bundan…
Sosyal medya araçları, topluma pompalandığı gibi günümüz dünyasının ‘can damarı’ filan değil. Birtakım şirketlerce üretilen, milyonlarca para akıtılan, titizlikle pazarlanan ve nihayetinde kişisel bilgilerinizi reklam verenlere satmak üzere tasarlanmış ürünlerdir. Sosyal medya kişiye sahte de olsa hoşça vakit geçirme fırsatı sunuyor olabilir; fakat bir bütün olarak hayatınızı ve aslında bu yüzeysel meşguliyetlerin sizi daha derin ve mühim işlerden alıkoymaya çalışan oyalamalar olduğunu fark edeceksiniz.
Şu uğultulu ortamda, daha fazla tıklamak, kedi videosu izlemek, emoji kullanmak varken; kelimelerim gürültülü boşlukta dağılıyor, biliyorum.
TGRT Haber’de ağırladığımda, Nörolog Dr. Mehmet Yavuz şöyle söylemişti: “Dikkat çekici uyaranlar, beynin nörolojik yapısını zamanla öyle bir dönüştürür ki; insan bir vakit sonra onları aşermek gibi aramaya başlar.”
Dolayısıyla benimki; yüzeyselliğin baş tacı edildiği bir dünyada derinliğin peşine düşmüş bir “derviş” olarak umutsuzca duruyor. Yine de derinlemesine yaşanan bir hayat, güzel bir hayattır.