31 Ağustos, 1 Eylül’e dönüyor…

Hicrî takvimlere göre zilhicce ile bir yıl geride kalıyor, Muharrem başlıyor.

Yeni bir yıl, yani yılbaşı…

Her yeni, her zaman yenilik getirmiyor. Mesela yaz biterken sonbahar günlerinin başlaması ruhumuzun da yapraklarını döküyor. Eylülde aşk da, eylülde yalnızlık da, eylülde acı da zor oluyor. Hazan, hüzün demek…

Yaz bittiğinden midir yoksa sıcak günlerde yalıların alt katına sakince misafir olan denizdeki dalgaların hırçınlaşmasından mıdır bilmiyorum; kalp kesintileri ile çepeçevre çevrilmiş yüreğimiz bugünlerde…

Bilinmez yerlerde hazırlanan, ansızın yağıp sonra sırra kadem basan yağmurlar mıdır yüreğimizi karanlık bulutlar ile örten? Gerçekten eylül, bizi niye böyle karamsarlaştırıyor? Açan çiçekler ve büyüyen meyvelerin ağaçlardan yapraklar ile dökülmesi, kuru dalların ortaya çıkması mıdır bizi böyle boğan?

Eylül günlerindeki bir sabah yürüyüşünde semtler, dört ayrı mevsim gibi adeta İstanbul’da… Tedirgin güvercinlerin tüyleri ıslanmışken; vitrin camlarından uzun damlalar süzülüyor, yorulmuş otobüslerde bir ‘sonbahar dalgınlığı’ var.

Eylül geliyor, yaz bitiyor. 31 Ağustos da 1 Eylül’e dönüyor. Zilhicce ile bir yıl daha geride kalıyor.

Uzun yaz akşamları, telaşsız sohbetler, serin bir köşedeki öğle uykuları, yaz aşkları ve rüzgârların sorumluluğunda uçuşan etekler, güneşin yakıcı etkisi geçiyor.

*

Bir saçağın altına sığınmış elinde hüznü tutan adam, sağanağın geçmesini, Eylül’ün ve belki de mevsimin dönmesini bekliyor. Ağzından hiç eksik olmayan sigarası ile tepesindeki duman tabakasından başını kaldırıyor; alnından nice hayal kırıklıkları, yenilgiler, kayıplar dökülüyor kaldırımın üstüne…

Bizans’ın sembolü palamutlar, Boğaziçi’nin güzelleri lüferler kendini gösterirken Marmara’da, defne kokuları dolaşıyor konakları, kayıkhanelerinden sızarak…

İstanbul’un sokaklarına ‘hüzün’ siniyor eylülle. Duman kokulu akşamüstleri, uzun geceler ve kar kaplı kış günlerinin habercisi olarak. Eylül, tenimize dokunan yalnızlığı ile kapıyı çalıyor. Hüzünler iç kamaştırıyor, aşklar yoksun kalıyor.

Kalabalıklar uzaklaşıyor; caddeler, bulvarlar ve meydanlar tenhalaşıyor. Eylül, “ıssızlığı” hatırlatıyor, yakamıza solgun bir broş takarak… Sonbahar yalnızlığı çöküyor üzerimize…

Günler kısalırken; Hicrî yılbaşı ile ömrümüz de kısalıyor.

Aralıklarla hissettirdiği ‘kış soğukları’ yüzünden geçen güzel havaları özleten Eylül, hasret çağrıştırıyor. Şehir her semtiyle yaz günlerinin peşine düşse de gittikçe serinleyen, durgunlaşan hava, sanki su oluyor, üzerimize yağıyor.

Mehmet Rauf’un benzetişi ile “Eylül, berrak, altın pullu, mavi tüyleriyle donuyordu.” Böyleydi eylül, ‘di’li geçmiş bir zaman yaşatıyordu, ‘ayrılık ayracı’ gibiydi.