Nerede yaşarsan yaşa, saraylarda köşklerde de olsan, için harabeyse hiçbir yer avutmaz seni. Ruh derde düşünce hiçbir şeyden zevk almazsın. Atsan kendini dışarı; başın yukarıda, gözlerin göğün maviliğinde veya gecenin karanlığında veyahut onun süsü yıldızlarda… Yetmez gönül rahatlığına. Her nerede olursan ol, derman bulmak zordur. Sıkışmış ruha bir genişlik sunamaz, ferahlık veremezsin.
Bazen öyle bir hâle düşersin ki açmaz içini hiç kimse. Rahata ermez yüreğin, boğazın düğüm düğüm ve yutkuna yutkuna boğulursun. Hani der ya Ömer Lütfü Mete; “Uçurumun kenarındayım Hızır!” Derdine derman bulamaz kaybolursun derinliklerinde.
Belki kalabalıklar içindesin ama yalnız. Belki yalnızsın ama içinde haykıran birçok karmaşık ses… Kısamazsın seni kahreden o sesi. Duymak istemesen de, karşı koyamazsın iç seslerin sesine. Yüreğinden duyar, hisseder ve esir kalırsın haykırışlara, can yanmasına. Nasıl dayansın gönül? Dağ gibi adam nasıl dayansın, koca yürekli kadın nasıl dayansın? Sanki avuçlarına almış biri yüreğini, var gücüyle sıkıyor, canın yandıkça için kan ağlıyor.
Dış yaranın bir merhemi vardır; bir devası, ilacı vardır. Ya iç yarasının? Hüngür hüngür ağlamak bir kurtuluş mu? Bir kurtuluş belki… Ya sızım sızım gözyaşı dökmek? Gözyaşın hafifçe sıyrılıp düşer yüzünden. Düşen her bir yaşın, ömründen götürür bir yaşın. Kimse duymaz sesini. Haykırsan da feryadı figan; gönülden anlayan pek azdır.
Sen onca derdin eşiğinde, başın ellerinde, saçlarını karıştıra karıştıra, içinden, içinin de içinden, yana yıkıla feryat etsen de, duymazlar. Bir kimse de gelip yanına, görmez anlamaz derdini. Gözün gördüğü bir damla yaş, harap olmuş bedenden başka ne ki? İçini görseler keşke… Görmez, göremez. Keşke dinlese ama ne çare; anlatsan anlayamaz. “Hmm, anladım’’ dese, sonra “Boş ver, geçer” der.
Engin sulara yüzme bilmeden dalamazsın. Umutla veya bir anlık heyecanla tutmuşsan bir yol; geri dönemezsin. Birçok engebeler, derin kuyular, aşılmaz yollar, çıkılmaz yokuşlar… Acizdir insan; bilemezsin, göremezsin, anlatsalar dinlemezsin, duyamazsın. Bir musibetle, acı bir tecrübeyle sınanmadıkça “olmaz’’ diyemezsin. Olmazları kabullenemezsin.
Zaman sonra bir derde düşer de, işte o zaman anlarsın kıyameti. Her şeyin bir yeri, zamanı vardır. “Ağır ağır çıkacaksın’’ der Ahmet Haşim. Olmadan oldum demeyeceksin. Düşenler bilir, kalkamazsın sonra…
Bilmiyorum… Belki de düzen böyle, belki de böyle olması gerekiyor. Sanki bayrak yarışı gibi, acısını çeken önündekine veriyor derdi, kederi. Arkandan yetişen bir dert daha tutuşturuyor eline. Her mesafenin, her bir yerin, her bir zamanın ayrı bir derdi var. Kişisine göre, zamanına göre, yerine göre… Kim bilir?..
Eğer işin rast gider de; derdin yoksa; akıl nimettir. Ama işin rast gitmez de derdin çoksa akıl derttir kalbine.
Kendini bilen derdine derman olur. Çıkamayacağın yokuşa taban vurmak, uçamayacağın göğe kanat çırpmak, göremeyeceğin rüyaya, uykuya dalmak nafile. Önce kendini bilmeli insan.