Doğmak, büyümek ve yaşamak; bu üçüydü katilim. Onu gördüm ki; bir kez daha vuruldum.Zarif bir sessizliğinde bulaştı gönlüm ona. Bakışlarından tanımış gibi aşinaydı ruhum. Uzun bir nefeste içime çektiğim oydu. Hayatım oluyordu; can veren… Susadıkça içtiğim de oydu. Azizdi, su gibiydi.Umduğum gibi gitmese de bazı şeyler; hayallerimdeki renkler gökkuşağını andırıyordu. Birine ‘’Çıkarken sana zahmet ışıkları kapatabilir misin?’’ dediğim yerde; asıl renkler can buluyordu hülyada. Karanlık; işi başa düşürür. Görmek zihnin işidir zaten. Güzel görmek gönlün, hayran olmak aşığın işi… Her haline hayran olmak…
Sıcaklıktı ondan beklediğim. Göğsünde bir yerde; kalbinde, ona en yakın derde şahit olmaktı istediğim. Derdiyle dertlenmek, neşesiyle uçmak… En çok da uçmaya hasrettim. Tüm iyi insanlar uçarmış; rüyalarında…
Sessizce geçtiğim sokağında, hep aynı sesi duyuyordum pencerenden. Gamlı yoldaşım benim, yine türkü dinlersin. Işıkların açık, vakit; sabah olmaya az kalmış… Hep bu saatlerde buldum kendimi sende. Nasıl da benziyoruz birbirimize.
Onu her okuyan anlamazdı elbet. Ne mutlu ki anlıyordum dilinden. Mevlâna’nın bir sözüyle söyleyeyim; ‘Ruhum ruhuna o kadar yakın ki, düşündüğün her şey aklımdan geçiyor.’
İnsanlar hep aynı. Birilerini severler. Birini severler. Zaman sonra nasipse eğer; Tek ve Bir olanı severler. Sonra da Leyla’dan Mevla’ya derler. Böyle bir nasip; nasip olsun, o da kader olsun.