“Huzursuz bir ortamda büyüdüm. Annemle babam sürekli kavga ediyorlardı ve ikisi de birbirini suçluyordu. Oturup konuşamıyorlar, ‘Nasıl daha iyi geçinebiliriz?’ diye yollar aramıyorlardı. Evde hep gergin bir hava vardı. Bazen kavga o kadar artardı ki, kardeşlerimle bir köşeye çekilip korku içinde ağlaşırdık. Annem ve babam birbirlerine sinirlendikçe bize patlıyorlardı. Sonuçta, ortada ezilen bizler olduk. Ne anneden ne babadan sevgi göremedik. Sanki nefes alacak havamızı tüketiyorlardı.

Beni eşime istediklerinde, sanki nefes alacak yeni bir alan bulmuştum. Hiç düşünmeden ‘tamam’ dedim. ‘Yeter ki buradan kurtulayım, gideceğim yer neresi olursa olsun, buradan daha iyi olur herhalde’ diye düşündüm. Bu bir kaçış evliliği idi.

Sevgisizlik krizimin ilâcı eşim olur sandım. Fakat sonra anladım ki; bir hapishaneden diğerine kaçmış, bir karanlıktan ötekine koşmuşum. Babam sevgisizliğini ve kavga dilini eşime devretmiş gibiydi. Bir eş gibi ilgi görmek, çocuk gibi başımın okşanmasını istedim, tatlı dil, güler yüz bekledim. Eşimde ise bunların hiçbirisi yoktu. Eşime ‘baş başa sohbet edelim’ diyorum, ‘Ben yorgunum’ diyor ve TV başına oturuyor. Yaptığım işleri beğenmiyor, aşağılıyor, beni rencide ediyor. Eşime ‘Bana sevgi göstermene çok ihtiyacım var’ dediğimde, ‘Sen çocuk musun? Evli bir kadın gibi davran’ diye beni azarlıyor. Ben çocukluğumu hiç yaşamadım ki! Kimse sevgiyle başımı okşamadı, beni öpe koklaya büyütmedi ki! Şimdi de eşimin sevgisizliği yüreğimi kavuruyor. Müthiş bir hayal kırıklığı yaşıyorum. Beni böyle alelacele karar vermek zorunda bırakan anneme babama kahrediyorum. Bazen de ‘Keşke yok olabilsem’ diye içimden geçiriyorum.”

Sevgi; arabanın benzini gibidir; o olmazsa insan ilerleyemez ve yine sevgi olmadan iskelet sistemi bile insanın ayakta durmasına yetmez. En güzel yemekleri yese bile gönlü doymaz, en güzel giysileri giyse bile, gönlü üşür. Sevgi hayata bağlar, yaşama sevinci verir. Anne baba sevince çocuk sevgiyi tanır ve yüreğinde çoğaltır. Bu sevgi çocuktan tekrar anne babaya ve daha sonra da çevreye yayılır. Bu yapılanma seyri bozulursa, insanın pusulası şaşar. Sevgi açlığı savurur. İnsanın gökyüzü onsuz hep parçalı bulutlu olur. Gönlündeki güneş bir türlü açamaz ve içini aydınlatamaz. Sevgi ihtiyacının giderilememesi, duyguları yanlış yönde kabartır. Duygular çoğunlukla davranışların yönünü belirler. Beyin, ‘Bir an önce açlığı gider’ diye komut verir. İhtiyacın büyüklüğünden dolayı akıl ve mantık devreye giremezse, bu komut yanlış adım attırır ve atılan adımlar kadar pişmanlık birikebilir.

Sevgiyle yaşamak; Rabbimizin (cc) kulları üzerindeki hakkı, bizim ise borcumuzdur. Anne babalar! Sevgi güneşini içimizde hapsettiğimiz için hayatımız kapkaranlık ve birbirimizi göremiyoruz; üstelik sevgi, sıcacık bir sarılma kadar yanı başımızdayken ve içimizde dolu doluyken. Sevgi vermeyi kabre mi saklıyoruz? Sevgiyi veremememiz çocukların hayatlarını altüst ediyor ve çocuklarımız kendilerini ateşe atıyorlar, farkında mıyız?