Önce kendimi dahil edeyim, sonra bütün topluma teşmil edeyim. Biraz ağır olacak ama olsun, şu tek kelimelik cümleyi söylemem lazım: Ahlâksızız…

Ağır oldu evet. Ağır ve incitici. Sarsılmadan kendimize geleceğimiz yok ama. Birçok yönden itirazlar gelebilir. Gelsin. Herkes öyle değil ama denebilir. Densin. Zaten kastettiğim şey toplumun büyük bölümüne sirayet etmiş olan bir hastalık, elbette bütün herkes dahil değil.

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderildim” diyerek tebliğinin esas gayesini beyan eden bir Peygamber’in yolundan gidenleriz. Güya öyleyiz.

Güzel ahlâk sahibi olmanın en önemli göstergelerinden biri, mü’minin eylem ve söylem birliği içinde olmasıdır. Söylediğini uygulayacak, yaşamadığı bir hâli bırakın başkasına tavsiye etmeyi dillendirmeyecek dahi. Öyle mi, biraz bakalım.

Özellikle sosyal medya aktiviteleri yaygınlaştığından beri herkes düşündüklerini bu mecralarda dillendirmeye başladı. Yazarak konuşuyoruz. Yaşanan acı bir olay vesilesiyle herkes tepkisini dile getiriyor, olay en ince ayrıntısına kadar irdeleniyor. Mesela Halep’te yaşanan dram. Sosyal medya Halep’le ilgili paylaşımlardan geçilmiyor. Halep’te sadece 6 doktor kaldı, ekmek üreten 3 fırın ihtiyacı karşılayamıyor vs. türü haberler konuşuluyor. Konuşuluyor da ne oluyor?  Şimdi şu can alıcı soruyu sormak gerekmiyor mu? Neden bir yardım kuruluşuna Halep’e gönderilmek üzere yardımda bulunan kişi sayısı Halep duyarlılığı gösterenlerin onda biri bile değil?

Geçelim…

Aladağ’daki elim yangın üzerine de çok şey yazıldı söylendi. Ülkemizde sık sık buna benzer felaketler yaşıyoruz maalesef. Sebepler çeşitli elbette ama temel sebep daha derinlerde.

Türkiye’de yaklaşık olarak 10 milyon bina bulunuyor. AB uyum yasaları çerçevesinde gerek binaların proje, inşa ve kullanım aşamalarında uyulması gereken kuralları içeren gerekse iş hayatında kazaları önlemeye yönelik onlarca mevzuat yayınlandı. Bunlardan biri de “Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmelik”. 2015’te yapılan değişiklikle son şekli verilen yönetmelikte, kullanım amacına göre sınıflandırılan binaların inşasında kullanılacak malzemelerden tutun, yangın önleyici tedbirlerin alınmasına, eğitim ve tatbikata kadar bütün konular vazedilmiş. Lâkin bu zorunluluklar yeni ve imar mevzuatına uygun yapılan yapılar için. Ülkemizde bina stokunun yarıdan fazlasının imara uygun olmadığını düşünürsek durumun vahameti ortaya çıkıyor. İmara uygun olmayan binalar bir yana, yeni inşa edilenlerde de vurgulamaya çalıştığım “Mevzuatı nasıl delerim?” ahlâksızlığı devreye giriyor.

Mesela, yönetmelikte çok katlı binalarda yangın merdiveni zorunluluğu var. Merdiven genişliği ve basamak yüksekliğine, binada yaşayan insan sayısına göre çıkış kapısı adedine, kapılarda kullanılacak ve asla kilitli tutulmayacak “Panik Kilidi”ne kadar bütün standartlar mevcut.

Bina bu şartlara uygun inşa ediliyor, iskân izni alınıyor, kullanım aşamasına geçilince merdiven boşlukları odaya çevrilip “Yanarak ölürüm yeter ki dairem üç beş metrekare geniş olsun”  ahlâksızlığına tevessül ediliyor. Genel olarak durum bu maalesef.

İş “Mevzuat delme mahareti”ne gelince, dindarıyla, seküleriyle yurdum insanı göz yaşartıcı bir birliktelik sergiliyor.

Sonra da gelsin sosyal medyada “AB’ye girelim mi, ayrılalım mı” goygoyu. Bu zihniyetle girsek ne olur girmesek ne. Önce kendimize gelip şu muazzez dinimize yeniden girmek gerekiyor…